Büyük Millet Meclisi, Tarih Encümeni’nin bütçesini geçen seneye oranla hemen hemen on kat artırarak kabul etti. Şimdiye kadar Dâru’lFünûn Coğrafya Enstitüsü’nün bağımsız bütçesi yoktu. Bu sene Dâru’lFünûn bütçesine millî coğrafya incelemeleri için de dokuz bin lira eklendi. Bu suretle çok hayırlı bu iki ilim şubesinin, mütevazı de olsa maddî ihtiyaçları kısmen de olsa temin edilmiş oluyor. Bu maddî vasıtadan tarih ve coğrafya ile iştigal eden mütefekkirlerimizin azamî derecede istifade etmelerini temenni etmek bir görevdir.
Millî tarih ve coğrafya tetkiklerinin öncelikle ilmî ve duygusal tarafları vardır. Memleketi bölge bölge inceleyerek, Türkiye’nin gerek fizikî ve gerek beşerî coğrafyasına ait bilgileri zenginleştirmek ilmî bir hizmettir. Bunu bizzat Türk coğrafyacılarının yapması, memleketimizin milletler arasındaki ilmî konumunu yükseltir. Diğer taraftan Türkiye tarihinin farklı yönlerini tedvin edecek vesikaları neşretmek, bugünkü toplumun dayandığı maziyi aydınlatır, bu sayede bugünü hakkıyla anlarız. Böylece bu görevi müsteşriklerden beklemek gibi hakikaten pek ağır olan, millî vakaları onların gözüyle görmek gibi tehlikeli olan bir durumdan kendimizi korumuş oluruz.
Fakat bu araştırmaları zaruri kılan yalnız bunlar değildir. Acil ihtiyaçlarda da bu tür incelemelere şiddetle ihtiyaç duyulmaktadır. Bir kere fizikî, beşerî coğrafyası iyice bilinmeksizin memleketin iktisadî geleceği hakkında nasıl doğru ve salim bir fikrimiz olabilir? Diğer açıdan bu sütunlarda birkaç defa ortaya koyduğumuz ve doğru olduğuna tamamen inandığımız bir dava vardır: memleketin bağımsız idealinin dayanağı en yakın hâdisenin incelenmesinden çıkarılabilir. Aynı şekilde Türk Milleti’nin bugünkü vaziyeti üzerinde etkili olan unsurların en önemlilerini yakın mazide bulabiliriz. Bu yakın geçmiş, bugünkü fikirleri doğuran, yolumuzu açan hâdiselerle doludur. Eğer bu hâdiselere ait vesikalar neşrolunur ve onlar arasındaki yakın münasebet gösterilirse bugün ve memleketin yöneldiği gelecek aydınlanabilir. Bu sayede hâdiseden mana çıkarmaya yetkin olan beyinler, bu vesikalar üzerinde ilim için, istikbal için hayırlı eserler kurabilir, hatta bunlar sanatkârlar için birer ilham kaynağı olur. Onun içindir ki millî tarihin bilhassa on dokuzuncu ve yirminci asra ait hâdiselerini tedvine hizmet edecek fikrî, iktisadî, siyasî vesikaların ve mümkün mertebe tam bir bibliyografyasının neşri acil bir ihtiyaçtır.
Millet Meclisi kabul ettiği tahsisatla, memleket coğrafyacılarını ve tarihçilerini bu ihtiyacın karşılanmasına davet etmiştir; hiç şüphe yok ki bu vazife zordur. Bir kere coğrafî tetkikler, onunla bağlantılı olan diğer ilmî araştırmaların yapılmasını gerektirir, elbette memleketin tamamen jeolojisinin tetkiki yapılmış olsa idi coğrafyacıların işi çok kolaylaşırdı. Hâlbuki hiç böyle değildir. Yalnız şurası muhakkak ki, Coğrafya Enstitüsü ciddi faaliyete geçtiği zaman bu tür incelemeler de tabiatıyla başlar. Çünkü Coğrafya Enstitüsü, jeolojiyle botanikle uğraşanların yardımını ister. Eğer ülke içerisinde yeterli derecede uzman bulunmazsa yabancı bilim adamlarından yardım istenir. Bu hususta konunun önemine binaen hiçbir resmî makam sessiz kalamaz.
Tarihçilerin ileri sürebilecekleri zorlukları da biliyorum; düzenli bir arşiv yok, vesikaları neşretmek güç diyeceklerdir. Buna verilecek cevap şudur; her iş gibi ilmî faaliyet de güçtür. Fakat insan bütün güçlükleri atladıkça ve yok olanları eldeki vasıtalar nispetinde ortaya koydukça yükselir. Her alanda en asgari vasıtalardan büyük işler çıkarmak kabiliyetinde olduğunu bin çeşit örneğiyle gördüğümüz bu memleket insanındaki kudretten ilim adamlarının mahrum olduğu iddia edilebilir mi?
Bir kere iyi bir usûl çerçevesinde bu araştırmalara başlansın, mükemmel bir arşiv vücuda getirmek ihtiyacı daha kuvvetle kendini hissettirir. Fakat bugün hiç kimse, ilim adamlarımızın elinde bulunan vasıtalarla, yapılması mümkün olan tetkiklerin yapılmış olduğunu iddia edemez.
Gerçi buna karşı çok haklı olarak şöyle denilebilir; geçim zorluğu yüzünden ne yazık ki bu tür araştırmalarda bulunacakların ihtiyaç duydukları huzura sahip değiller ki, ellerindeki vasıtalardan yeteri derecede istifade edebilsinler.
Bu itiraz çok doğrudur. Bu tür tetkiklere hayatını adayanlara geçim kaygısından kurtulacak bir huzur sağlanması memleket için bir görevdir. Bu muhakkak yapılacaktır. İlim adamlarımız hakları olan bu refaha bir an önce ulaşmak istiyorlarsa, bugünkü imkânlarından ve yeteneklerinden memleketi azamî derecede istifade ettirmeli, ilim sultasının feyizli etkisini her sahada göstermelidirler. Çok mühim bir vazife karşısında bulunan coğrafya ve tarihçilerimiz hiç şüphe yok ki, memleketin iştiyakını tatmin için bütün kuvvetlerini sarf edecekler ve bu sahada millî kabiliyetimizi göstereceklerdir.
Yalnız bu ilmî tetkiklerde başarılı olabilmek için sadece belirli şahısların çalışması da yeterli değildir. Bir kere tarih ve coğrafya araştırmalarında bulunacak olan ilim adamlarımızın memleketin bütün teşkilatından yardım görmesi gerekmektedir. Bu yardımı cumhuriyet hükümetinin temin edeceğine şüphe edilemez, diğer cihetten medreselerimiz, bu incelemeleri yapmaya yetkin olan ilim adamlarımız kendilerine yardım edebilecek olan çevrelerde ve gençlerde bu hususta iştiyak uyandırmalıdır. İlim bireysel değil, birlikte çalışma eseridir. Her âlim diğerlerinin hatta en mütevazı görüşlerinden ve araştırmalarından istifade eder, aynı zamanda eseriyle, yayınlarıyla bu tür araştırma ve gözlemleri düzenler. Ümit edelim ki Tarih Encümeni ve Coğrafya Enstitüsü yalnız üyelerini çalıştıran dışa kapalı halde kalmayacak, bilakis kuvvetli yayınları ile bu tür araştırma yapma arzusunu yayacak ve her çeşit gözlemlerden yararlanabilecektir.
Bir memleket için ilim sahasında büyük adamlar belirli konulara dair yalnız eser vücuda getirenler değildir. İlim ve tetkik heyecanını uyandıranlar, birçoklarını araştırmaya sevk ederler ki, memleketin hakiki mürşitleri olurlar. Merhum Ziya Gökalp’ın hakiki kıymeti elbette yazdığı kitaplardaki ilmî görüşlerinde değildir. Onun büyüklüğünü ilim sahasında verdiği heyecanda aramalıdır. Çoğu zaman bir mütefekkirin eseri diğerlerine olan tesiriyle ölçülür. Eski Yunanistan’ın büyük filozoflarının ölümsüz eserlerindeki kıymet, ortaya koydukları nazariyelerin doğruluğunda değil bütün asırlara hâkim olan etkilerinde, diğer asırların mütefekkirlerini ileri sürdükleri mevzular üzerine sürekli düşünmeğe mecbur etmelerindedir.
Hazırlayan: Prof. Dr. Şaban Öz
SAMER