Anadolu Türkleri tarihinin başlangıcından zamanımıza kadar devam eden olaylar, millî tarihimizin konusunu teşkil eder.
Bu tarih, Türklerin Anadolu’ya ulaşması ile başlar. Türklerin Anadolu’ya ne zaman geldikleri meselesi uzun tartışmalara konu olmuştur. Bazı vakanüvisler eski Anadolu’da yaşayan kavimlerden birkaçının Türklerle ırkî akrabalıkları olduğu düşüncesine sahip olmuşlar ve tarih huzuruna en önce çıkan kavimlerden biri olup, söz konusu bölgenin en eski yerleşimcileri olan Hititlerin UralAltay kavimlerinden Cermen bir şubesi olduğunu zannetmişlerdi. Oysa bugün Hititlerin Hint asıllı kavimlerden biri olduğu kesinleşmiştir.
Hititlere halef olan ve eski zamanlarda Anadolu’nun güney taraflarında yerleşmiş olan Komagenlerle merkezde ikamet eden Turkumların Türk nesline mensup oldukları iddiası da gündeme gelmiştir. Bunlardan birincisinin Kumanlar, ikincisinin de Türkmenler olduğu zannedilmektedir. Fakat elde kati vesikalar olmadan isim benzerliğine bakarak bu düşüncelere kapılmak uygun değildir. Eğer ileride kesin vesikalar ortaya konularak Komagenlerin hakikaten Kumanlar, Turkumların da Türk oldukları kesinleşirse millî tarihimizin başlangıcını milâttan on asır önceye kadar çıkarmak gerekecektir. Fakat bugün bu mümkün değildir.
Milattan önce yedinci asırda Türklerin Batı Asya’ya ve bilhassa Anadolu’ya geldiklerini dikkate alarak İskitleri Türk saymak ve tarihimizin başlangıcını bu zamana kadar çıkarmak da doğru değildir. Çünkü İskitler, Medler ve Farslar gibi İran asıllı ve binaenaleyh Hindu Cermen kavimlerindendir.
Roma İmparatorluğunun Anadolu’da uzun asırlar devam eden hâkimiyeti zamanında Türk kavmine mensup bazı gruplar Hunlar, Kumanlar, Peçenekler, Hazarlar Anadolu’ya akınlar ve göçler düzenlemişlerdir. Bunların bir kısmı doğu yolundan bir kısmı da batı tarafından Anadolu’ya gelmişlerdir. Fakat bunlar uzun süre varlıklarını sürdürememişler ya geldikleri gibi süratle geriye gitmişler yahut da Anadolu halkları arasına karışarak kavmî özelliklerini kaybetmişlerdir.
Şu halde eski zamanda ve Roma hâkimiyeti zamanında Anadolu’da Türklerin bulunduğu ve Müslümanlar tarafından Anadolu fethedildiği esnada bura halklarının büyük çoğunluğunun Türk nesline mensup olduğu iddiası kuru bir zandan ibarettir. Elimizdeki vesikalar bu zannı teyit etmez. Şimdilik İslâm’ın başında Arap halifeleri tarafından Anadolu’da iskân edilen Türklerle tarihimize başlamak ve Anadolu Türkleri tarihinin on iki asırlık olduğunu kabul etmek mecburiyetindeyiz.
Bu bin iki yüz yıllık tarihimizi başlıca beş büyük döneme ayırabiliriz:
- Abbâsî halifeleri zamanında Anadolu’da Türk idareleri, eski tarihçilerin tabiri ile Suğur16 Valileri Dönemi,
- Selçuklular Dönemi,
- Tavâifi Mulûk (Beylikler) Dönemi,
- Osmanlılar Dönemi,
- Cumhuriyet Dönemi.
Tarihimizi bu şekilde beş döneme ayırmak en doğru ve en ilmî bir yaklaşım olduğu aşağıdaki açıklamalarla ispatlanacaktır. Bu büyük devreler birçok özellikleriyle, kısacası şekil ve devlet idaresi, memlekette birlik ve bölünme, medeniyet ve gelişme, istila ve fetihler itibariyle diğerlerinden ayrılırlar. Her dönemin önde gelen özelliklerini sıralayalım:
Suğur Valileri Dönemi: Bu devir Abbâsîlerin hilâfeti elde etmesiyle başlar. Abbâsîlerden önce Emevî halifeleri Anadolu’nun fethine önem vermişler, Anadolu’nun Fırat’tan itibaren doğu kısmını fethetmişler ve Ermeniyye adıyla bir eyalet oluşturmuşlardı. Anadolu’nun güney tarafları da fethedilmiş ve biri Kınnesrîn, diğeri elCezîra valisine bağlı olmak üzere iki idare tesis edilmişti. Birincisine Suğuru Şâmiye ikincisine Suğûru Cezeriye deniliyordu. Birincinin merkezi Tarsus, ikincisininki ise Malatya idi.
Emevî halifeleri Anadolu içerilerine büyük ordular göndermişler ve birkaç kere İstanbul’u kuşatmışlardı. Bundan başka her sene Kınnesrîn, elCezîra, Ermeniyye valileri, suğur idarecileri sefere çıkarlar Anadolu’ya baskın düzenler, yağmada bulunurlardı. Bu şekilde Araplarla Rumlar Anadolu’nun merkez kısmında bir asır kadar birbirleriyle mücadele etmişlerdir.
Suğur, hudut demektir. Türkçesi uç İslâm’ın başında Anadolu’nun bir kısmı Müslümanlar tarafından zapt edilmiş ve bu kısım Bizans İmparatorluğu idaresiyle sınır olduğu için savaş boyları kabul edilmiştir. Fakat İslâm tarihlerinde suğur denilince Hint, Çin, Fransa savaş boyları akla gelmez. Muhtemelen Bizans İmparatorluğu sınırı kastedilirdi. Suğur âdeta bir özel isim gibi Anadolu’nun Müslümanlar elinde bulunan kısmına ad olmuştur.
Abbâsîler hilâfeti elde edince Anadolu fetihlerine ve Bizans gazvelerine ayrı bir önem verdiler. Anadolu’ya Horasan askerleri –ki bu ordunun büyük bir kısmı Türklerden oluşmaktaydı– yerleştirildiler. Halife Mehdî, İspeycâb, Fergana, Semerkant halkından birçok insanı Anadolu’ya naklettirdi. Bunlar Tarsus, Mesîs, Aynızurbe, Haruniye, Adana, Maraş, Hades, Malatya, Hısnı Ziyad (Harput), Amed (Diyarbekir), Ahlat, Malazgirt, Kemah, Kalikla (Erzurum) şehirlerine iskân edildiler. Böylece Anadolu’nun doğu ve güney tarafları Mâverâünnehr Türkleri tarafından doldurulmuştu. Mehdî’nin hilâfeti zamanında Türklerin miktarı daha çok artırıldı. Mütevekkil zamanında Arap unsuruna mensup olan askerler terhis edilerek halife ordusu özellikle Türklerden ibaret kaldıktan ve Türkler halifeler namına yönetime el koyduktan sonra Anadolu yarımadası da bunların idaresi altına girdi. Anadolu’da ikamet eden Türk askerleri ve Türk emirleri zahiren halifeye bağlı, gerçekte ise bağımsız idare sürdürmekte idiler. Türkler Anadolu’nun fethini tamamlamak ve sürekli bir şekilde Rumlara karşı gazve düzenlemek göreviyle sorumluydular. Eski bir tabirle murabıt.
Bunlar Rumlarla iki buçuk asır sürekli olarak mücadelede bulunmuşlardır. Emir Ömer, Ferah etTürkî, Belkâcur, Halefi Ferganî, Yazmaz, Ahmet b. Tavgan, Ebu Sâbit etTürkî, Rüstem b. Berdev, Büsrü’lAfşinî Anadolu’da (Tarsus) yönetimde bulunan ve Hıristiyanlara karşı seferleri ile meşhur olan Türk emirlerindedirler.
322/933 yılına kadar Türkler Anadolu’da tutunabildiler ve çoğunlukla üstünlük kendilerinde idi. Fakat bu tarihten sonra Rumlar üstünlük kurmaya başladılar. Sırasıyla Malatya’yı, Maraş’ı daha sonra Mesîs ve Tarsus’u zapt ettiler ve en sonunda 359/970’de de Antakya’yı aldılar. İmparator II. Bazil doğuya doğru seferlerini uzatarak Gürcistan’a kadar bütün Müslüman bölgeleri ele geçirdi. Anadolu, Diyarbekir hariç olmak üzere neredeyse tamamen Bizans İmparatorluğunun eline geçti. Buralara yerleşmiş olan Müslüman ve Türkler ya hicrete yahut da Hıristiyan olmaya zorlandılar.
İki buçuk asır devam eden bu dönemde Türkler Anadolu’da tam manasıyla bağımsız bir devlet kurmuş değillerdi. Anadolu’ya fâtih olarak değil, belki halîfenin askeri olarak gelmişlerdir. Aynı zamanda Anadolu’da bir değil birkaç Türk beyliği mevcuttur. Beyliklerin teşkilâtı, Abbâsî İmparatorluğunun eyalet teşkilatının aynıdır; resmî dil Arapça’dır.
Bu dönemin en bariz özelliği gazâ ve cihattır. Türkler uzun mücadeleleriyle Bizans İmparatorluğunu zaafa düşürmüşler ve bir asır sonra ırkdaşları tarafından gerçekleştirilecek büyük göç ve fethe zemin hazırlamışlardır.
Selçuklular Dönemi: Abbâsî halifeleri maiyetinde bulunan Türklerin Anadolu’dan kovulmalarından yarım asır sonra Orta Asya’da doğudan batıya doğru diğer Türk illerinin göçü başlamıştır. Hicrî dördüncü asır ortasında Türkistan’dan Mâverâünnehr’e göç eden Oğuzlar yani Türkmenler bir müddet buraya yerleştiler. Selçuk ailesi bütün Türkmenlerin reisi idi. 410/1080’e Türkmenlerden birçok ulus Ceyhun’u geçerek İran’a ve oradan Azerbaycan’a gelerek Anadolu’ya girmeye başladılar. 430/1039’da Selçuklu ailesi Horasan’ı zapt etti. Daha sonra Türkmen ulusları büyük bir sel halinde İran’a, Azerbaycan’a, Anadolu’ya, Irak’a, Suriye’ye doğru yayılmaya başladılar. Bu büyük sel karşısında hiçbir devlet direnç gösteremedi. Türkmenler bir hamlede orta ve batı Asya’yı hâkimiyetleri altına aldılar. Türkmenlerin riyasetinde bulunan Selçuklu ailesi büyük bir imparatorluk kurdu. Anadolu’da Bizans İmparatorluğu Türkmen saldırılarına dayanamayarak bir hamlede yıkıldı. 440/1048’den 472/1080’a kadar Türkmenler İstanbul boğazına ve Ege Denizine kadar bütün Anadolu’yu işgal etmişler ve söz konusu coğrafyayı tamamen ele geçirmişlerdi. Anadolu kesin bir biçimde ve ebediyen Türk ili olmuştu. Bu fetih büyük sultan Melikşâh zamanında, onun amcaoğlu ve kumandanı olan Süleyman b. Kutalmış eliyle gerçekleştirilmiştir. Erzurum’dan boğazlara, Antakya’dan Karadeniz’e kadar uzanan bütün Anadolu ülkesi bu fâtih komutanın eline geçmiştir.
Anadolu’nun fethi, Anadolu’da Türk saltanatının kurucusu olan Süleyman ile onun evlatları bir asır kadar amcaoğulları olan ve Horasan’da ikamet eden büyük sultanlara bağlı ve onların vekilleri olarak idareyi yürüttüler. Daha sonra büyük sultanlığın yıkılmasından sonrabağımsız olarak 707/1307 yılına kadar idareyi sürdürdüler.
Tarihimizin en önemli bölümü olan bu dönemi tetkik edecek olursak önce 410/1020’den 472/1080 senesine kadar Türkmenlerin Anadolu’da yerleştiklerini ve o tarihten itibaren Anadolu’nun Türkmen ulusları arasında bölüşüldüğü, Türkmenlerin yavaş yavaş köyler ve şehirler teşkil ettiklerini ve göçebeliği bırakarak yerleşik hayata geçtiklerini görürüz. Anadolu’da eski şehirlerin harabeleri üstünde yeni şehirler inşa edilmiş, ulus ve boy beyleri bu şehirlerde melik veya emir unvanıyla beylikler kurmuşlardır. Fetihten itibaren bir asır kadar Anadolu tam manasıyla derebeylik hayatı yaşamıştır. Rakip şehirler birbirleriyle mücadele etmişlerdir. Anadolu’da Selçuklu hanedanına mensup bir sultan Anadolu’nun bir kısmını doğrudan doğruya kendi hâkimiyeti altında bulunduruyordu. Diğer taraflarda melik veya emir unvanını taşıyan büyük derebeyler hâkimiyet yürütüyorlardı. Belli başlı on iki beylik mevcut idi. Bu beyler savaş halinde başkumandanları kabul ettikleri padişahın maiyetinde toplanırlar, fakat iç işlerinde tamamıyla bağımsız bulunurlar, diğerleriyle savaşırlar, fırsat bulunca padişah ile de uğraşırlardı. Özetle orta çağda Avrupa’daki derebeylerin birbirlerine ve krallara karşı vaziyeti ne ise bizim beylerin de birbirlerine ve padişaha karşı vaziyetleri o idi.
Selçuklu ailesi daha özel bir ifade ile Kutalmışoğulları Fransa’daki Borgon hanedanının rolünü oynayarak sırayla derebeylikleri ortadan kaldırdılar ve derebeyliklerin sahibi olan emir ve melikleri saltanat merkezine getirdiler. Bu şekilde yarı bağımsız imaret ve beylikler, doğrudan doğruya merkezî hükümete bağlanmış oldular ve gönderilen valiler tarafından idare edilmeye başladılar. Kutalmışoğulları bir asırdan fazla çalışmışlar ve derebeylerini saltanat merkezine getirdikten ve Anadolu’nun gerçek anlamda birliğini kurduktan sonra ilk defa olarak merkezi yönetimle idare edilen bir devlet meydana çıkarmışlardı. Bu devrede Anadolu’daki şehirler yavaş yavaş bir merkez etrafında toplanmış ve Konya bütün Anadolu’nun en kuvvetli şehri olmuştur. Konya asırlarca Anadolu’nun merkezi, Anadolu Türklerinin başkenti oldu.
Bu devrede Anadolu vatanı teşekkül etti. Anadolu’nun batısında bir asır devam eden Haçlı ve Bizans savaşları, güneyde Antakya prensleriyle, Suriye sultanlarıyla, doğuda Gürcülerle ve Azerbaycan Türkleriyle süregelen mücadeleler Anadolu’nun sınırlarını vücuda getirmiş, vatanın haritasını çizmiştir.
Bu devrede Anadolu’daki Türkler bağımsız bir millet haline gelmişler, diğer Türklere nazaran çok daha düzenli bir devlet vücuda getirmişler, bir merkez tesis etmişler, kuvvetli bir medeniyetin temelini kurmuşlardır.
Anadolu’da tam ve bağımsız bir Türk vatanının teşekkül ettiği Selçuklular dönemi Anadolu medeniyetini gerçekten temsil eden bir devirdir. Zevkiyle, sanatıyla, zekâsıyla bütün medeniyetiyle bir ihtişam manzarası gösteren bu tarihî devri belli başlı birkaç kısma ayırabiliriz:
- Anadolu’ya göç ve fetih zamanı: 410/1020’den 472/1080’a kadar,
- Anadolu’da saltanat ve buna bağlı derebeyliklerin teşekkül ettiği, Anadolu’nun bir asır dış düşmanlarla uğraştığı zaman: 472/1080’den 588/1192 senesine kadar,
- Anadolu’da birlik, merkeziyet, sulh, sükûn ve medeniyet zamanı: 588/1192’den 654/1256’ya kadar,
- Anadolu saltanatının yıkılması ve dış düşman istilası zamanı:
Anadolu’da bu büyük dört devirden sonra Tavâifi Mülûk (Beylikler) dönemi başlar.
Tavâifi Mülûk (Beylikler) Dönemi: Anadolu saltanatı iki buçuk asır devam ettikten sonra Moğolların istilasına uğrayarak yıkıldı. Bütün batı dünyasının kuvvetlerini perişan eden, Avrupa’nın en kudretli imparatorlarını, krallarını mağlup eden Anadolu Türkü ilk defa üstünlüğü kaybetmiş ve yabancı bir ırkın hâkimiyeti altına girmişti. Bu mağlubiyet Anadolu devletinin iç bozulmasından ileri geliyordu. Yoksa Cermen ve Latin askerî teşkilatının en güçlü olduğu orta çağda, cesaret ve kahramanlık asırlarında bile bunların Anadolu’da uğramış oldukları hezimetleri gördüğümüz zaman Anadolu Türkünün Moğol göçebelerini hiçe sayacağını anlayabiliriz. Fakat Moğol istilası sıralarında Anadolu saltanat teşkilatı bozulmaya başlamış, bütün Avrupa dünyasını bozguna uğratan Anadolu beylerinin çocukları iş başından uzaklaştırılmış, padişahların sarayı memleketle hiçbir alakası olmayan serseriler ve kölelikten yetişmiş adamlarla kuşatılmış, hükümete karşı genel bir nefret ortaya çıkmıştı. Askerî teşkilatımız da aynı sebepten dolayı bozulmuştu. Moğollar bundan dolayı galip geldiler. Bununla beraber –başka imparatorlukları bir hamlede yıktıkları halde– Anadolu’da yarım asır dirençle karşılaştılar.
Anadolu saltanatı bir müddet Moğolların himayesinde kaldı. Anadolu saltanatı –fırsat buldukça– memleketi düşman tahakkümünden kurtarmak istiyordu. Bunun üzerine Moğollar Anadolu’daki hâkimiyetlerini güvence altına almak için Selçuklu hanedanını ortadan kaldırıp doğrudan doğruya genel valiler göndermeye başladılar. Anadolu dâhilindeki istiklal hareketini ve millî cereyanı söndürmek için yüz bine yakın Tatar ve Moğol askerini memleketimize yerleştirdiler. Anadolu’da düşmanlara karşı daima isyan çıkıyor, fakat başarısızlığa mahkûm oluyordu. Göçebe Türkmenler her yerde Moğollara mukavemet ediyorlardı. Bilhassa dağlık bölgelerdeki Türkmenler, Moğolları öldürüyorlardı. Kirmanoğulları Anadolu’nun istiklalini kurtarmak için ortaya atılmışlardı. Batı ve Güney Anadolu, Türkmen beyleri elinde, merkezî ve doğu Anadolu ise, Moğol valileri idaresinde idi. Moğol İmparatorluğunun 736/1335’de yıkılmasından sonra Anadolu beyleri Moğol idaresine nihayet vermeye millî bağımsızlıklarını tekrar kazanmaya, memleketi ve milleti esaretten kurtarmaya muvaffak oldular.
Anadolu, Moğol hâkimiyeti devrinde çok fazla harap olmuş, Selçuklular zamanında fevkalâde gelişmiş ve zengin iken daha sonra fakirleşmiş, yanıp yıkılmıştı. Moğolların kovulmasından sonra Anadolu’nun her tarafı bir bey tarafından ele geçirilmişti. Bu beyler, aşiretlerini zapt ettikleri memleketlere yerleştirmişler ve bulundukları yerlerde hükümet mücadelesine başlamışlardı. Hepsi de Selçuklulara vâris olmak ve Anadolu’yu tek başlarına ele geçirmek arzusunda idiler. Bu suretle Anadolu’da başlangıçta otuza yakın derebeylik teşekkül etti. Fakat zamanla batıda Osmanlı, merkezde Karamanlı, güneyde Zulkadirler, kuzeyde Çandarlı, doğuda Akkoyunlu beylikleri ortaya çıktı. Bunlar birbirleriyle mücadeleye giriştiler. Bu mücadele Anadolu’yu daha da harap bir vaziyete düşürdü. Bunların içinden bilhassa ikisi fevkalâde güç kazandı: Doğuda Diyarbekir şehrini merkez edinen Akkoyunlu hanedanı, bütün Kafkasya’yı, İran’ı zapt ettiği gibi, batıda Bursa şehrini başkentleri yapan Osmanoğulları da Tuna’ya kadar bütün Rumeli’yi fethetmişlerdi. Anadolu’nun doğusundan ve batısından doğan bu iki hükümetin Anadolu birliğini vücuda getirmek için diğerleriyle mücadele edecekleri aşikâr idi. Bu mücadele gerçekleşti. Fırat’tan itibaren Doğu Anadolu bölgesi iki devlet elinde ikiye bölünmüş idi. Karaman ve Çandaroğulları beylikleri bu mücadele esnasında ortadan kalkmışlardı. Fakat her iki büyük hükümet de idare merkezlerini Anadolu’nun içinden kaldırarak başka taraflara götürmüşlerdi. Osmanoğulları payitahtlarını İstanbul’a, Akkoyunlular da Tebriz’e nakletmişlerdi.
Akkoyunlu hanedanının yıkılmasından sonra Doğu Anadolu Şah İsmail’in idaresi altına girdiyse de Osmanoğullarından Yavuz Sultan Selim, Şahı mağlup ederek bu bölgeyi geri almayı başardı. Daha sonra Zulkadirli hükümetini ortadan kaldırarak Güney Anadolu’yu da alarak Anadolu birliğini vücuda getirdi. Selçuklu devrinde tek bir devlet elinde bulunan Anadolu kıtası yine bir devletin idaresine girdi.
Selçukluların yıkılmasından Yavuz’un Anadolu birliğini tamamladığı 921/1515 senesine kadar olan 214 senelik bu uzun devreye fetret devri adını vermek çok uygun olur.
Bu devrenin en belli başlı özellikleri şunlardır:
- Göçebe aşiretlerin Moğollara mukavemet etmeleri ve üstünlük kurmaları neticesinde şehirlere yerleşmiş olmaları ve Anadolu’da birbirleriyle üstünlük mücadelesine girişecek olan şehirlerin kurulması. [87] Bu şehirler, batıda Bursa, Manisa, Kütahya, merkezde, Larende yani Karaman, Elbistan; kuzeyde Kastamonu, doğuda Diyarbekir’dir. Konya’nın Anadolu’nun merkezi olma özelliğini kaybetmesi, Anadolu birliğinin parçalanması ve muhtelif devletlerin kurulması.
- Bu muhtelif devletlerin idare tarzı ve siyasetlerinin birbirine benze mesi.
- Moğol istilasının Anadolu’da büyük bir dinî ve millî uyanışı ortaya çıkartması, bu sebeple Anadolu’da Arap, İran asıllı tarikatların yerine millî tarikatların tesis etmiş olması, o zamana kadar sadece halk dili olan Türkçenin edebiyat, ilim ve devlet dili haline gelmesi.
- Anadolu’da ortaya çıkan dinî ve millî uyanış neticesinde fetihler ve istila arzularının kuvvetlenmesi ve meliklerin doğudan batıya, kuzeyden güneye vatan dışında da fetihlere başlamaları. Selçuklular devrinde vatan haricinde memleketler fethetmek arzularından daha çok Anadolu birliğinin sürdürülmesi, ülke kalkınmasının artırılması, halkın refah düzeyinin yükseltilmesi kısacası; Anadolu haricine göz dikilmemesi ve fetih arzuları uğrunda kan dökülmemesi kanaati çok kuvvetli idi. Hâlbuki bu devirde efkârı umûmiyye yalnız fetih emelleri ile doluydu.
Anadolu tarihinde Tavâifi Mülûk (Beylikler) dönemini de birkaç kısma ayırmak mümkündür:
- Moğol hâkimiyeti zamanı ve Anadolu’nun Moğol hâkimiyetinden kurtulmak için mücadele ettiği devir, başka bir tabirle bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin verildiği devir; 707/1307’den 740/1340 senesine kadar,
- Kirman ve Eritnâ hanedanlarının üstünlükleri zamanı; 740/1340’dan 800/1398 senesine kadar,
- Osmanoğullarının üstünlüğü ve bunlarla Karamanoğulları arasındaki rekabet devresi; 800/0398’den 860/1456 senesine kadar,
- Akkoyunlu ve Osmanlı hanedanları arasında Anadolu’nun taksimi ve her iki aile arasındaki rekabet ve mücadele devri; 860/1456’dan 910/1504 senesine kadar,
- Anadolu’nun Safevî, Osmanlı ve Zulkadirli aileleri arasında bölüşülmesi devresi, 910/1504’den 921/1515 senesine kadar.
Osmanlılar Dönemi: Bu uzun dönem Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran zaferini kazanarak Doğu Anadolu’yu ve Zulkadirli Beyliğini hâkimiyeti altına alıp, Güney Anadolu’yu zapt ettiği tarihten yani 921/1515 senesinden Osmanlı hanedanının yıkılışı ve Ankara merkez olmak üzere Anadolu Cumhuriyet hükümetinin kuruluşu yani hicri 1338/1919 senesine kadar devam eder. 417 sene süren tarih döneminin başlıca özelliklerini ve belli başlı hatlarını belirtelim:
Osmanoğulları diğer Anadolu beylikleri gibi yeni kurulmuş bir şehri, Bursa’yı merkez etmişler ve şehrin nüfuzunu yavaş yavaş etrafa yaymaya çalışmışlardı. Osmanoğulları da diğer Anadolu beyleri gibi bir Türkmen ulusunun reisi, tabiatıyla Oğuzhan nesline mensup idiler.
Anadolu’da çok sayıda şehirler teşekkül ettiği ve bunlar aynı şartlar altında –Türkmen göçebelerin yaylalardan şehirlere inmesi suretiyle vücuda geldiği– Türkmen beylerinin şehir reisi yani melik oldukları bu devirde Bursa meliki olan Osmanoğulları niçin diğerlerine üstünlük kurdular? Bunun iki sebebi vardır:
- Osmanoğulları Hıristiyan dünyasına yakın olmaları dolayısıyla kâfirlerle mücadele etmişler, bir taraftan fetihlerde bulunurken, diğer taraftan da dini yayarak şöhret kazanmışlar ve kendilerine çok taraftar bulmuşlardır.
- Fetihler neticesinde servet ve ganimet kazanmışlar ve bu sayede diğerlerinden daha çok asker çıkarmışlar ve aynı zamanda Hıristiyanlarla daimi savaş halinde oldukları için maddî araçlara çok fazla önem vermişler, Avrupa’nın bütün alet ve gereçlerini almayı ihmal etmemişlerdir.
Osmanoğulları Tuna’ya kadar bütün Rumeli’yi bir hamlede aldıkları halde, asıl memleketleri bugünkü Kocaeli, Bursa, Bolu, Karesi, Çanakkale, Ankara sancaklarını ihtiva etmekteydi. Devletin idaresi, her biri bir büyük beyliğin, bir aşiretin reisi olan Anadolu asilzadelerine, Oğuz beyzadelerine havale edilmişti. Bütün vezirlikler, beylerbeyliği, valilikler hepsi bunlar tarafından yürütülmekte idi. Fethedilen Rumeli bölgesi, Evrenos, Fîruz, Minnet, Burak, Sinan, Paşa Yiğit beyler gibi zikredilen bölgenin fatihleri olan Anadolu beyleri arasında babadan evlada geçmek üzere taksim edilmişti. Osmanlı hanedanına mensup olan padişahlar bu beylerin reisi idi. Anadolu’daki diğer hükümetlerin idaresi de aynı tarzda idi. Hükümdarlar daima babadan deden silah arkadaşı olan beylerle ortaklaşa işleri idare ederler, onlara tahakküm edemezler, öldüremezlerdi.
Osmanoğulları zamanla Batı Anadolu’ya hâkim oldular ve nihayet İstanbul’u fethettiler.
Fatih, İstanbul’u aldıktan sonra idarî işlerde önemli değişiklikler oldu. Çandarlı hanedanı vezirlikten kovuldu ve Hıristiyan dönmesi olan bir kul bu makama getirildi. Yavaş yavaş Türk beyleri babaları ve dedelerinden miras aldıkları makamlardan kovulmaya ve mevkilerini padişahların kölelerine terk etmeye başladılar.
İstanbul’u fethederek Anadolu’ya bağlayan Fâtih, bu başarısıyla ne kadar büyümüş ise Türk idare usûlünü bozmaya başlamış ve fethedilen ülkelerin halklarına ve özellikle kölelere siyasi haklar bahşetmiş olmak itibariyle o kadar da küçülmüştür. Fâtih, İstanbul’u fethettikten sonra Anadolu beyleriyle ortaklaşa devleti idare eden bir millet reisi, bir Türk hakanı değildir; kayıtsız şartsız bütün kuvvetleri kendisinde toplayan, yalnız başına saltanatı idare eyleyen müstebit bir Roma imparatorudur.19 İlk evvel hükümranlık ve mutlakıyeti tesis eden Fatih, Türk’ün kölelerini Türk ile bir tutarken yönetim kademelerine kendi şahsına daha fazla sadık olanları, her türlü emrine kayıtsız şartsız baş eğenleri getirmişti. Bunlar ancak köle, devşirme ve ecnebi artıkları insanlar olabilirlerdi.
Bu devşirmeler iktidar mevkiine gelir gelmez Türk unsurunu, Anadolu halkını ezmeye devlet müessesesine hâkim olarak âdeta kendilerini Müslüman eden milletten intikam almaya başladılar. Sadrazam Rum Mehmet Paşa’nın Konya çevresinde yaptığı mezalim, Anadolu’nun Moğol istilasına maruz kaldığı zamanları hatırlatacak bir hunharlık idi.
Fatih’ten, Kanunî Süleyman’a kadar olan devrede padişahlar çoğunlukla köleleri, ara sıra da Türk beylerini istihdam etmişlerdir. Fakat artık padişahlar mutlak kudret sahibi olmuşlar, emirler birer uşak vaziyetine düşmüşlerdi.
Fatih, Anadolu birliğini vücuda getirmek için çok çalıştı ise de yalnız Karamanoğullarıyla Çandaroğullarının beyliklerine son vermekten başka bir şey yapamadı. Yavuz Sultan Selim bu birliği vücuda getirdi. Bütün Doğu ve Güney Anadolu’yu zapt ederek Selçuklu devrindeki birliği yeniden tesis etti.
Anadolu ittihadı vücuda geldikten sonra tarihimizin Osmanlı devresi başlar demiştik. Bu devrin birinci özelliği istila ve fetihler dönemi olmasıdır. Bu devrede sırasıyla Suriye, Mısır, Arabistan, Macaristan, Irak, Mağrib ve nihayet Kafkasya ve Kıpçak fethedilmiş, Anadolu İmparatorluğu Roma İmparatorluğu derecesinde bir genişliğe nail olmuştur. Bu fetihlerin en bariz iki kahramanı vardır: I. Selim ve Kanunî Sultan Süleyman.
Kanunî Sultan Süleyman’dan itibaren –o zamana kadar arada sırada lütfen idare ve emirliğe getirilen– Türk ricâl ve emirleri bir daha görülmez. Devlet tamamıyla başından sonuna kadar mühtediler ve kapıkulları tarafından idare edilmiştir.
O zamana kadar padişahlar genellikle Müslüman beylerden kız alırlarken, kız ve kız kardeşlerini Müslüman ve Türk hanedanlarına mensup prenslerle evlendirirken artık bu asil âdeti de terk ettiler. Kızlarını ve kız kardeşlerini kendi kölelerine, cellâtlarına, devşirme çocuklarına verecek kadar bayağılaştılar. O zamana kadar padişahlar ekseriyetle Kirmanlı, Zulkadirli, Çandarlı hanedanlarına mensup prenseslerle evlenirlerken bundan sonra saray cariyelerle doldu. Bütün kuvvet ve kudreti kendilerinde toplayan padişahlar bu cariyelerin elinde birer oyuncak oldular. Dışarıdan kapıkulları, içeriden cariye bozuntusu olan valide sultanlar memleketi idareye başladılar.
Bütün imparatorluğun fatihi olan Türk, devlet kapısından uzaklaştırıldı. Anadolu, imparatorluğun ana vatanı olduğu halde müstemleke muamelesi görmeye başladı; sarayın ve kölelerin ihtiras ve zevkleri için kan ve can vergisi veren sömürge oldu.
Devletin yabancı ellere geçtiğini gören Anadolu ahalisi arasında nefret ve kinin ortaya çıkması son derece doğal idi. Bu kin, siyasî ve dinî hareketler halinde başladı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında Anadolu’da büyük isyanlar ortaya çıktı.
Memleketin hükümete karşı duyduğu nefreti pekiyi hisseden, böyle isyanların daima ardı arkası kesilmeyeceğini anlayan devşirmeler buna mani olmak için yegâne tedbiri buldular: Anadolu Türkünü öteye beriye koşturarak kâfir muharebesiyle meşgul ederek susturmak!
Bazı kimseler, Tuna Nehri’ne kadar Rumeli’nin zabtından sonra bununla iktifa edilmesi gerektiğini, bilakis Macaristan’ın zapt edildiğini ve imparatorluğun idare edilemeyecek derecede büyüdüğünü ve bunun devlete çok büyük zararlar verdiğini söyleyerek eski padişahları hatalı bulurlar. Bu hata tespiti doğru olmakla beraber şunu bilmeliyiz ki süregelen seferler bir gaza arzusundan daha çok Anadolu’yu hariçle meşgul etmek, devlete karşı onun hakkı hâkimiyetini geri alma yolunda yapacağı ihtilal hareketlerini durdurmak maksadıyla gerçekleştirilmiştir. Gerçekten de seferler ve harpler devam ettiği müddetçe Anadolu’da dâhilî ihtilal hareketi durmuştur.
Murat, III. Mehmet ve I. Ahmet devirlerinde Anadolu’da büyük ihtilal fırtınaları baş gösterdi. Bu ihtilaller de aynı sebepten doğuyordu. İhtilal reisleri Anadolu’nun en eski beyzadeleri ve hanedan mensuplarıydılar. Bunlar köleyi ve yabancıyı devletin idaresinden kovmaya çalışıyorlardı. Birçokları Osmanlı’nın Anadolu’daki hâkimiyetini kaldırmışlar, saltanat ilân etmişlerdi.
Esasen Anadolu’nun asil, mert terbiyesinden uzaklaşmış Anadolu Türkünün yüksek karakterini kaybetmiş olan Osmanlı hanedanı, bu hareket karşısında büsbütün milletin aleyhine çalıştı; Arnavut, Hırvat, Rum ve Slav mühtedilere dayandı. Hırvat Kuyucu Murat Paşa’yı Anadolu’ya göndererek binlerce bahadır Türk’ün öldürülmesine sebep oldu. Bununla beraber bu katliam yine de Anadolu’yu korkutmadı.
Devletin idaresi kapıkullarına geçtikten sonra, yeniçeri devşirmeleri, devlet merkezine ve dolayısıyla bütün imparatorluğa hâkim oldular. Yeniçerilerin Kanunî Sultan Süleyman zamanındaki miktarı sekiz bin muvazzaf ve üç bin acemi oğlanı olmak üzere on bir bin kişiye ulaşmıştı. İmparatorluğun sayısı birkaç yüz bine ulaşan muhteşem ordusu ise hep Türk unsuruna mensuptu. Büyük ordunun en mühim kısmını Türk olan Tımarlı Sipahiler teşkil ediyordu. Bütün fetihler bunlar tarafından yapılmış, bütün zaferler onlar tarafından kazanılmıştı. Devşirmeler, Türkleri vezirlik makamından ve idareden uzaklaştırdıktan sonra destekçileri ve kendilerinden olan Yeniçeri Ocağını takviye, üyelerini çoğaltmaya başladılar. Yeniçeriler arttıkça Sipahilerin boş tımarları onların ulufesini temin etmek üzere sarf edildi. Sipahiler azalmaya başladı, köle çoğaldıkça çoğaldı ve nihayet imparatorluğun her tarafı bunların eline geçti. Türklerden oluşan ordu azaldıkça ve intizamsız devşirme askeri çoğaldıkça yenilgiler baş gösterdi; Türk unsurunun bu kadar asırlar zarfında kan dökerek zapt etmiş oldukları memleketler birer birer elden çıktı.
Hazırlayan: Prof. Dr. Şaban Öz
SAMER