“İslam’ı ilk önce kabul eden Muhâcirler ve Ensar ile iyilikle onlara uyanlar
var ya, Allah onlardan razı olmuş; onlar da O’ndan razı olmuşlardır. Allah onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe, 9/100)
İslam tarihinde iyilik yolunda, takva ve samimiyet yarışında önceliği elde eden ilk Müslümanlardan Allah rızası için her şeyini bırakıp Mekke’den Medine’ye hicret edenlere Muhacir, muhabbet ve samimiyetle onlara kucak açıp, ellerinden gelen her türlü yardımı yapan Medineli Müslümanlara da Ensar adı verilmiştir.
Mekke’den gelirken beraberlerinde hiçbir şey getirmeyen Muhacirlerin hicret ettikleri yere ve bölge insanına alışmaları gerekiyordu. Allah Resûlü bunu tesis et-mek için, Ensar’dan durumu müsait olan sahabiler ile Mekke’den gelen sahabilerden huyları birbirine uyanları kardeş yaptı. Resûlullah’ın kurduğu bu kardeşlik müessesi her türlü yardımlaşma esasına dayanıyordu. Böylece muhacirlerin memleketlerin-den ayrılmalarından dolayı duydukları üzüntü ve keder hafifliyor, Ensar’ın onlara yardımcı olmaları sağlanıyordu. Bu kardeşlik bağı neticesinde Medineli aileler Mek-keli Müslümanlardan birini yanına alarak mallarını onlarla paylaşacak ve beraber çalışıp kazançlarını paylaşacaklardı. Durum öyle bir noktaya vardı ki, Medineli En-sar, kardeşlik ve paylaşmada zirveyi yakalayıp hurmalıklarını, evlerini ve işlerini paylaşmaktan geri kalmıyor; bu konuda birbirleriyle yarışıyorlardı.
Peygamberimizin Muhacir ve Ensar arasında tesis ettiği bu kardeşlik, Medine’nin tümüne yayıldı. Araplar arasında o zamanlar çok yaygın olan kabilecilik ve ırkçılık anlayışı, bu kardeşlik anlayışı karşısında erimiş, örnek bir toplum ortaya çıkmıştı. Bu uygulama, Medine’de çeşitli kabilelerin birbiriyle kaynaşmasına, aralarında uyumun oluşmasına; karakter zayıflığı, cimrilik, fedakârlıktan kaçınma gibi yanlış anlayışların toplumdan uzaklaşmasına yardımcı oluyordu. Bu eşsiz yardımlaşma ve dayanışma o günün insanlarına ve ondan sonra gelecek insanlara da istifade edile-cek güzel bir örnek oldu. Ayette geçen “güzellikle onlara uyanlar” ifadesiyle Muhacir ve Ensar kavramlarının aslında bütün zamanları ve insanları ilgilendirdiğini anlaya-biliriz. Zulüm ve kötülüğün yaygın olduğu ortamdan kendini arındırıp imanlarını muhafaza edenleri muhacir; maddi ve manevi olarak sıkıntıda bulunan insanlara el uzatıp dertlerini paylaşma kadirşinaslığını gösterenleri de Ensar olarak isimlendire-biliriz. Yüce Allah başka bir ayette bu konuyu şöyle vurgulamıştır:
“İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır.”
Ayet-i kerimeden, samimiyetlerini muhafaza ederek inançları uğrunda fedakârlıkta bulunan müminleri Allahu Teala’nın mükâfatlandıracağını da anlıyo-ruz. Şöyle ki, göç eden muhacirler ve misafirperver olan Ensar, Hz. Peygamberden aldıkları öğretileri pratik hayatlarında uygulamaları sebebiyle ilahî övgüye layık ol-muşlardır. Kur’an’ın ifadesiyle “Allah onlardan hoşnut olduğu gibi, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.” Bu hoşnutluğun neticesi de ilahî mükâfattır. Aslına bakarsanız Allah’ın hoşnutluğu başlı başına büyük bir onur ve eşsiz bir şereftir. Onların hoş-nut olmaları da O’nun her yaptığının yerinde olduğuna inanmaları, verdiklerine şükretmeleri, emirlerinin gereğini yerine getirmeleridir. Böylece karşılıklı hoşnutluk ve rıza ortaya çıkıyor. Bu ilahî rızanın, hoşnutluğun işareti de bu yoldaki bütün müminleri kuşatacaktır.
“Allah, onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük başarıdır.”
Hangi mutluluk, kurtuluş ve başarı bundan daha büyük olabilir…