“Hiç mümin, fasık gibi olur mu? Bunlar (elbette) eşit olmazlar.” (Secde, 32/18)
Bu ayet-i kerime inanan kişi ile fasık olan kişinin bir olmadığını ortaya koy-maktadır. Yüce Allah, “Hiç mümin, fasık gibi olur mu?” şeklinde bir soru sorarak ardından “bunlar elbette eşit olmazlar” buyurarak cevabını da vermiştir. Bu iki grup Kur’an’da ifade edildiği gibi asla eşit olamazlar. Mümin; inanmış, iman etmiş, iman değerlerini kabul etmiş, bunları kendisine prensip edinmiş insan demektir. Mümin, hayatını imanın gerçekleriyle disipline etmiş; kalbini, ruhunu iman esaslarıyla bes-lemiştir. İman gibi büyük bir cevhere sahip olmuştur. Merhum Akif’in dediği gibi:
“İmandır o cevher ki ilahî ne büyüktür, İmansız olan paslı yürek sinede yüktür.”
Gerçekten iman insanın yolunu aydınlatan, geleceğe ümitle taşıyan, kişiyi iç âleminde rahatlattığı gibi dış dünyada da mutlu eden, her iki cihanda da itibar sa-hibi kılan en güzel nimettir. İman insanın kötü duygularını frenlemesi sebebiyle insanın en büyük yönlendiricisi ve rehberidir.
Konu başlığı olarak incelediğimiz ayetten bir sonraki ayette inananlar anlatılır-ken; “İman edip salih amel işleyenlere gelince onlar için yapmakta olduklarına karşı-lık bir mükâfat olarak Me’va cennetleri vardır” buyrulmaktadır. Burada gördüğümüz gibi yalnızca inanmak yetmiyor, inandım demek bütün meseleyi çözmüyor. Tabi ki iman, insanın en büyük kazancı olduğu gibi küfürden, dalaletten ayıran çizgi ve insanın sahip olduğu en büyük nimettir. Ancak, imanın insana yüklediği sorumlu-luklar, beraberinde getirdiği mükellefiyetler vardır. Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette geçen “iman edenler” cümlesinden sonra “salih amel işleyenler” ifadesi yer almakta-dır. Dolayısıyla gerçek mümin, hem inanmakta hem de iyi davranışlar sergilemekle imanının gereğini yerine getirmekle mükelleftir. Yaptığı bu güzel davranışlar sebebiyle de inananlar için cennetler vardır. Allah’ın bu ve diğer ikramlarına nail olanlar, aynı zamanda O’nun hoşnutluğunu ve rızasını kazanmış olurlar. Allah’ın kulundan razı olması kul için en büyük arzu, ulaşılabilecek en yüksek mertebedir.
Yüce Allah, Fecr suresinin 27 ve 28. ayetlerinde; “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön.” buyurarak imanın ve salih amelin kazandırdıklarını dile getirmektedir. Yine Kehf suresinin 107. ve 108. ayetlerinde; “Şüphesiz, inanıp yararlı işler yapanlara gelince onlar için, içlerinde ebedî kalacakları Firdevs cennetleri bir konaktır. Oradan ayrılmak istemezler.” buyrulmaktadır. Bu ba-kımdan bizler için sadece inanmış olmak yeterli değildir. İnanmakla birlikte inandı-ğımız değerlerin gereğini yerine getirerek iman ve amel tutarlığını da ortaya koyma-mız gerekir. İşte müminle fasık arasındaki ayırıcı çizgi de bu tutarlılıktır.
Fasıklık, genel anlamıyla, büyük günah işlemek suretiyle Allah’a itaat çizgisin-den çıkmak demektir. Daha ayrıntılı olarak fıskı ya da fasıklığı üç gruba ayırabiliriz.
1- Dinen günah sayılan ve çirkin olduğu kabul edilen fiillerin çirkinliğini ve gü-nah olduğunu kabul etmekle beraber ara sıra günah işlemek.
2- Dinen günah olduğunu kabul ettiği halde devamlı günah işlemek.
3- Bir de dinen yasaklanan hususların çirkinliğini inkâr ederek günaha devam etmektir. Bu son bahsedilen fasıklık grubu küfür derecesidir.
Secde suresinin 18. ayetinde dile getirilen fısk, günaha batma ve inkârcılık an-lamını taşımaktadır. Çünkü aynı surenin 20. ayetinde yer alan “asılsız saydığınız cehennem azabı…” ifadesi inkârcılığı ortaya koymaktadır. İşte bu durumda olanlar için, azap çekecekleri cehennem ateşi hazırlanmıştır. Hem de geçici bir azap değil, girdikleri cehennem onlar için barınak olacak, oradan çıkmayı istedikleri zaman yalanlamalarının cezası olarak ateşe döndürüleceklerdir.
Kıyaslaması yapılan her iki durumdaki insanların karşılaşacakları sonuçlar itiba-riyle ibret vericidir. Bir tarafta cennet ve nimetleri ile Allah’ın rızası ve hoşnutluğu; diğer tarafta çıkmak isteseler bile kendilerine müsaade edilmeyecek derecede daimi olan cehennem ve azabı. Bütün bu durumları dikkate alarak nimetlere kavuşmak için iman ve güzelliklerini yaşamalıyız. Azaptan da korunmak için yanlış ve günah olan şeylerden de sakınmalıyız.