“İman edip salih ameller işleyenleri ise, içinden ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacakları cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.” (Nisâ, 4/57)
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim, insanların yaratılış gayeleri gereği ibadetle mü-kellef olduklarını, bunu yerine getirmeleri hâlinde mükâfat, getirmemeleri hâlinde ise ceza ile karşılık bulacaklarını beyan etmektedir. Aslında bu sadece İslam’da değil, diğer semâvî dinlerde de vardır. Yani bir şeyin din olabilmesi, bir anlamda inanç esasları arasında bulunan “öbür âlem” anlayışıyla doğrudan alakalıdır. Ödül ve ceza mekânizmasını yaşanan toplumsal hayatın bir parçası olarak da görmek mümkün-dür. Bir an için aksini düşünelim. İyi yapanlar ödüllendirilmez, kötülük yapanlar da ceza ile karşılığını bulmazlarsa, toplumsal hayat ne denli çekilmez hâle gelecektir. Zaten dinlerin amacı da hayatı insanlara karşı daha bir yaşanır hâle getirmek, beşerî ilişkilerde hakkaniyeti ve adaleti gerçekleştirmektir. Öyleyse ödül ve ceza adeta ha-yatın değişmez ve olması gereken iki kuralıdır.
İşte bu dünyada Allah’ın emirlerine riayet edip onu yapanlara, ahiret yurdunda bu amellerinin karşılığının tastamam verileceğinden bahisle, nimet ve mükâfat yur-du denilen cennet ve içindeki nimetlerden bahsedilmektedir. Cennetin pek çok adı ve içindeki nimetlerin çeşitliliği dikkate değerdir. Bakanlara hoş görünen, içenlere zevk veren nehirler ve sular, süzme bal ırmakları (Muhammed, 47/15); tatlı su pınar-ları (İnsan, 76/18); sarhoş etmeyen içecekler (Sâffât, 37/45-47); çeşitli meyveler, ağaçlar (Rahman, 55/60); ipekli elbiseler (Kehf, 18/31) bunlardan sadece bazılarıdır. Bir başka ayette, cennettekilerin birbirine karşı hoşgörülü davranacaklarına, aralarında kin ve nefret gibi duyguların söz konusu olmayacağına atıfta bulunulmakta ve şöyle denilmektedir:
“Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, cennetler içinde ve pınarlar başındadır. Onlara, ‘Girin oraya esenlikle, güven içinde’, denilir. Biz onların kalplerindeki kini söküp attık. Artık onlar sedirler üzerinde, kardeşler olarak karşılıklı otururlar. Onlara orada hiçbir yorgunluk dokunmaz, onlar oradan çıkarılacak da değillerdir.”
Cennette daimi nimet içinde bulunulacağına dair bir başka şunları hatırlatmaktadır:
“Allah, şöyle der: Ey Allah’a inanan ve Müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur, siz üzülmeyeceksiniz de. Siz ve eşleriniz sevinç ve mutluluk içinde cennete giriniz. Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır. Siz orada ebedî olarak kalacaksınız. İşte, bu yapmakta olduklarınıza karşılık size mîras verilen cennettir. Orada sizin için bol bol meyve var, onlardan yersiniz.”
(Zuhruf, 43/68-73)
Cennette bu dünyadaki gibi yeni bir ölümün olmayacağı, dolayısıyla ebedîliğin söz konusu edildiği diğer bir ayette farklı nimetlerden bahisle şöyle buyrulmaktadır:
“Allah’a karşı gelmekten sakınanlar ise güvenli bir yerdedirler. Bahçelerde ve pınar başlarındadırlar. İnce ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyinerek karşılıklı otururlar. İşte böyle. Ayrıca onları iri siyah gözlü hurilerle eşleştirmişizdir. Orada güven içinde her türlü meyveyi isterler. Orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Allah onları cehennem aza-bından korumuştur. Bunlar Rabbinden bir lütuf olarak verilmiştir. İşte bu büyük başarıdır.”
(Duhan, 44/51-54)
O halde, bu dünyada boşa emek vermediğimizi, ölümden sonra bizi ebedî bir hayatın beklediğini, hesap ve kitabın görüleceğini, iyi ve kötü yapanların ayrıldığı-nı, iyilerin cennet ile kötülerin cehennemle karşılık bulacaklarını bilmemiz ve bu şekilde inanmamız gerekir. Hiç şüphesiz Müslüman ibadetini cennete girmek için değil, Allah rızası ve O’nun emrine boyun eğmek maksadıyla yapacaktır. Ancak yine O’nun fazlı ve keremiyle ebedî yurt olan cennette meskun edileceğini de bilmelidir. Keza bu şekildeki bazı nimetler de şöyle ifade edilmektedir:
“Şüphesiz iyi kimseler, naîm cennetindedirler. Koltuklar üzerinde, (etrafı) seyrederler. Onların yüzlerinde, nimetlerin sevincini görürsün. Onlara, mühürlü (el değmemiş) saf bir içecekten içirilir. Onun (içiminin) sonu bir misktir (misk gibi kokar). İşte yarışanlar, bunun için yarışsınlar. O içeceğin katkısı tesnimdir. Bir pınar ki, Allah’a yakın olanlar ondan içerler.” (Mutaffifin, 83/22-28)
Ne mutlu o kimselere ki dünyada O’nun emrine uygun hareket etmişler, sonun-da da cennet gibi bir nimete kavuşmuşlardır!