“Şüphesiz bu (İslam), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz)dir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin. (İnsanlar) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Hepsi de ancak bize dönecekler.” (Enbiya, 21/92-93)
Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed (s.a.s)’e varıncaya kadar bütün nebi ve resullerin tebliğ ettiği dinin genel adı İslam’dır. “Şüphesiz Allah katında din İslam’dır…” (Âl-i İmran, 3/19) ayeti bu gerçeği bize ifade etmektedir. Allah Teala tara-fından gönderilen tüm peygamberlerin temel hedefi, tevhid ilkesini önce gönüllere daha sonra da kardeşlik ve birlik şuuruyla içinde yaşadıkları topluma yerleştirmek olmuştur.
Müfessirlerin bazıları izahını yaptığımız ayette geçen “ümmet” kelimesinin “din” anlamına geldiğini söylerken, bir kısmı ise ilâhî dinlerin tamamının İslam olduğu inancından hareketle buradaki “ümmet” kelimesini “tek bir din topluluğu” olarak yorumlamışlardır. Bu ayetlerin de yer aldığı Enbiya sûresinde farklı zamanlarda ve farklı bölgelerde Allah’ın dinini tebliğ için gelmiş peygamberlerin bir kısmına de-ğinilmiştir. Bunların tebliğ ettiği dinin, Allah’ın birliğini, eşsiz ve yüce oluşu/tevhid ilkesine dayanan tek bir din, ibadete layık yegâne varlığın da kendisi olduğu gerçeği bildirilmiştir. Fakat ayetten de anlaşıldığı gibi, zaman içinde insanlar, dinleri hak-kında ihtilafa düşmüş, kendilerine gönderilen elçilere karşı gelmiş ve tevhid akide-sinden uzaklaşmışlardır.
Yüce Rabbimiz, bu parçalanmış ve bölünmüşlükten hoşlanmadığına işaret ettik-ten sonra ayetin devamında; “Hepsi de ancak bize dönecekler” demektedir. İnsanlık başlangıç itibariyle Allah’tan gelmiş, sonuç olarak da O’na döneceğine göre (Bakara, 2/156), bu anlayış içinde tevhid inancını yaşayıp, yaşatmaya çabalaması gerekir. Tevhid ilkesi bir taraftan, Allah’ın birliğini içerirken diğer yandan Allah’a ina nanların birliğini gerektirir. Yüce Allah biz insanları farklı kavim ve kabileler şeklin-de yaratmasının hikmetini, birbirimizle tanışıp kaynaşma/teârüf olarak açıklamış, renk, dil, ırk vb. farklılıkların birer ayet olduğunu belirtmiştir. Nitekim bu husus Kur’an’da şu şekilde ifade edilmiştir:
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır…” (Hucurât, 49/13) Bu ayet, yaratılış itibariyle tüm insanların bir anne ve babadan meydana geldiği gerçeğini bizlere ilan etmekte ve üstünlük ölçüsünün takva olduğunu belirtmektedir.
Fizîkî, sosyal, iktisadî, kültürel vb. açıdan farklılıklara sahip olan insanların bun-ları birer zenginliğe dönüştürmesi, inanç açısından ise “tevhid” kimliğinde/ilkesinde birleşmesi, Kur’an’ın gerçekleştirilmesini istediği hedeflerdendir. Nitekim yüce Rab-bimiz hem; “Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslam’a) girin…” (Bakara, 2/208) buyurmakta, hem de Resûlullah Efendimizden diğer din mensuplarına;
“De ki: ‘Ey Kitap Ehli! Bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. Ona hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilah edin-mesin.’ Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahit olun, biz Müslümanlarız.’” (Âl-i İmran, 3/64) çağrısını yapmasını istemektedir.
Tevhid dini olan İslam, ortaya koyduğu temel prensiplerle daima birleştirici, bü-tünleştirici olmayı şiar edinmiş, mensuplarının bir araya gelmesini temin edecek “Kardeşlik” gibi kuvvetli bir vasıtayı ortaya koymuştur. Nitekim Kur’an’da; “Mü-minler ancak kardeştirler…” (Hucurât, 49/10) buyurulmuş, “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin…” (Âl-i İmran, 3/103) ayetiyle de, top-lumda huzur ve barışı bozan her türlü tefrika ve bölücülükten sakınmamız gerektiği bildirilmiştir.
Biz, yeryüzü evinin sakinleri, bizden önceki hemcinslerimizin gerçekleştireme-diğini hayata geçirmek ve Rabbimizin bize yüklediği sorumluluğu yerine getirmek zorundayız. Bu ayetler bize, aralarında birlik kurup, sulh ve barışı, hoşgörü içinde in-san onuruna yakışır şekilde yaşamayı gerçekleştirememiş olanları anlatırken, zımnen bizim böyle bir parçalanmanın müsebbibi olmamamız uyarısında bulunmaktadır.