“Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz. Kitap ehli de inansalardı elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan iman edenler de var. Ama pek çoğu fasık kimselerdir.” (Âl-i İmran, 3/110)
İyiliğe/hayra öncü, kötülüğe engel oluş, aslında “emr bi’l-maruf nehy ani’l-münker” kavramının açılımıdır. İyiliklerin-ahlaki değerlerin yaygınlaştırılması ve kötülüklerle mücadele olarak tanımlayabileceğimiz emr bi’l-ma’ruf nehy ani’l-münker, dinimizde farz olarak değerlendirilmiş bir görevdir. Öyle ki Müslümanla-rın varlık sebebi de böylesi yüce bir görev ile ilintilendirilmiştir. Başlangıçta zikret-tiğimiz âyet, müminlerin, bu görevlerini dile getirmektedir. Bu yönüyle toplumu teşkil eden bütün fertlere, bir sorumluluk ve duyarlılık anlayışı getirilmektedir. Bu sorumluluk anlayışı, hemen hemen hayatın her safhasında söz konusu olabilmek-tedir. Bir müminin sorumluluk anlayışını, Hz. Peygamber (s.a.s)’in şu hadisi gayet güzel bir şekilde ifade etmektedir:
“Sizden kim bir kötülük görürse, eğer gücü yetiyorsa, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle o kötülüğü değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa, o zaman kalbiyle buğz etsin ki bu da imanın gerektirdiği en alt sorumluluk sınırıdır.” (Tirmizî, “Fiten”, 11)
Gerçek şu ki, kötülüklerle, yanlışlıklarla, hukuk tanımamazlıkla mücadele edilmeyen toplumlarda, başlangıçta yaygın olmayan bir kötü alışkanlık, zamanla bir kanser hücresi gibi bütün toplumu sarabilmektedir. Ahlaksızlıklar, başlangıçta etkisi itibariyle bireylerle sınırlı gibi gözükse de, zamanla diğer fertler de işlenen kötülüklerden bir şekilde etkilenmekte ve payına düşeni almaktadır. Zina, içki, ku-mar, kap kaç, hırsızlık, uyuşturucu gibi çirkin eylemler, başlangıcı itibariyle belirli kişilerle sınırlı kalsa da, doğurduğu sonuçlar açısından bütün toplumu ilgilendirir bir konuma gelebilmektedir. Zira bu tür çirkin davranışlar sonucunda, nice aileler yıkılmakta, kanlar akıtılmakta, çocuklar yuvasız kalmakta, henüz baharında nice hayatlar sönmekte ve solmaktadır. Bunların da toplumu huzursuz ettiği gayet açık-tır. Bu ve benzeri gerekçelerle İslam, bir taraftan topluma hiçbir fayda sağlamayan gayri meşrû eylemleri yasaklarken, diğer taraftan da bu tür ortamların oluşmasını engelleyecek önlemleri almıştır. Tabii ki bu mücadelede, Müslümanların hayrın öncüsü, şerre engel oluşları en etkin unsurdur.
Toplum hatta tüm insanlık olarak kötülüklere karşı duyarsızlığın faturasını ga-yet ağır bir şekilde ödediğimiz çağımızda sorumluluk bilinciyle “emr bi’l-ma’ruf nehy ani’l-münker”in önemini daha iyi anlıyor ve gözlemliyoruz. Ahlaki ve top-lumsal değerleri, kaygısızca yozlaştırarak heder eden insanlar, aslında bütün top-lumun değerlerini heder etmektedirler. Susmanın/sorumsuzluğun getirdiği cüret ile yıkılan bu değerler, aslında hepimizin kalbi konumundaki değerler bütünüdür. Sorumluluğumuzu yerine getirmemekle, yasal ve meşrû olmayan ilişkilerin zemin bulmasına bir yönüyle biz de katkı sağlamaktayız. Peygamber (s.a.s)’in şu örnekle-mesi toplumda kolektif sorumluluk anlayışının ya da bilincinin gereğini veciz bir şekilde dillendirmektedir:
“Allah’ın çizdiği sınırları aşmayarak orada duranlarla bu sınırları aşıp ihlal edenler, bir gemiye binmek üzere kura çeken topluluğa benzerler. Onlardan bir kısmı geminin üst katına, bir kısmı da alt katına yerleşmişlerdi. Alt kattakiler su almak istediklerinde üst kattakilerin yanından geçiyorlardı. Alt katta oturanlar: Hissemize düşen yerden bir delik açsak, üst katta oturanlara eziyet vermemiş oluruz, dediler. Şayet üst katta oturanlar, bu isteklerini yerine getirmek için alt kattakileri serbest bırakırlarsa, hepsi birlikte batar he-lak olurlar. Eğer bunu önlerlerse, hem kendileri kurtulur, hem de onları kurtarmış olur.” (Buhârî, “Şirket” 6; “Şehâdât” 30)
İhlal edildiğinde fert veya topluma zarar verecek olan eylem ya da davranışlara göz yummak, duyarsız kalmak modern toplum bilinci ile de bağdaşmaz. Hadiste de dile getirildiği gibi toplum, adeta bir gemiye benzer. Bu gemi batınca sadece gemiyi delme suçunu işleyenler batmaz, bütün yolcular (toplum) batar. O halde gemide bulunanların görevi, böyle bir faaliyete izin vermemeleridir. Ahlaksızlığa, şerre zemin hazırlamaya, kural tanımazlığa ya da ihlale aldırış edilmediğinde, bu-nun sonucunun iyi olmayacağını, âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber (s.a.s) gayet dikkat çekici bir şekilde dile getiriyor:
“Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ya iyiliği (maruf) emir ve kötü-lükten (münker) men edersiniz yahut Allah Teâla size azap (toplumsal kargaşa ve kaos) gönderir. Sonra Allah’a yalvarırsınız da duanız kabul edilmez.” (Tirmizî, “Fiten”, 9)
Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, genelde insan özelde ise Müslüman olarak, her dem hayra anahtar, şerre kilit olma gayreti içinde bulunmak bir erdem ve ayrıcalıktır. Böylesi bir göreve talip olmak ve bu yolda adımlar atmak, var oluş amacımıza yaraşır bir tutumdur. Huzurlu, sağlıklı bir toplum olabilmenin yolu da bireylerin söz konusu tutumu sergilemelerinden geçmektedir. Hayra öncü, şerre mani oluş, aynı zamanda dindarlığın bir gereği ve ölçütüdür.