“(Önce) en yakın akrabanı uyar!”(Şuara, 26/214)
En mükemmel şekilde yaratılan, bütün nimetler hizmetine sunulan ve ebediyet yolcusu olarak sınav için dünyaya gelen biz insanların uyarılmaya ve bunun için de nezîr/uyarıcılara ihtiyacımız vardır. Uyarıcılara Kur’an’da nezîr/münzir denilmiş; Allah’ın (Duhân, 44/3), peygamberlerin (En’âm, 6/48; Fâtır, 35/24) ve Kur’an’ın (Furkân, 25/1; Ahkâf, 46/12) uyarıcılar olduğu bildirilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) de, İslam’ın kurtarıcı ilkelerini benimseyen, inanç ve yaşa-yışını bu ilkeler çerçevesinde düzenleyen biz müminler için bir beşîr/müjdeci; batıl inançlara ve kirli bir hayata kendilerini kaptırıp gidenler için de apaçık bir nezîr/ uyarıcıdır. Peygamberimiz (s.a.s)’in bu uyarısının amacı da; biz insanları inkâr, şirk, nifâk, isyan gibi, ilâhî azaba ve cehenneme girmeye sebep olacak her türlü inanç, söz ve davranışlardan sakındırmak, gelecek tehlikeyi önceden bildirmek ve böylece bizlerin iman, ibadet ve itaate yönelmemizi sağlamaktır.
Kur’an-ı Kerim’in pek çok âyetinde Peygamberimiz (s.a.s)’in genel anlamda in-sanlık için uyarıcı olarak görevlendirildiği ifade edilirken, bu âyette de özel olarak akrabalarını uyarması emredilmiştir. Bu emir üzerine Peygamberimiz (s.a.s), Kureyş kabilesine mensup inanan/inanmayan, yakın/uzak akrabalarını veya Kureyş’in tem-silcilerini Safa tepesinde toplayarak; kimine genel, kimine de özel olarak şöyle hitap etmiştir:
“Ey Abdüşems oğulları! Ey Ka`b İbni Lüey oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Abdümenâf oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Hâşim oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Abdülmuttalib oğulları! Kendinizi cehennemden kurtarınız!
Ey Fâtıma! Kendini cehennemden kurtar! Ben Allah’ın katında sizin için bir şey ya-pamam, ama aramızdaki akrabalık bağı sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.” (Buhârî,“Tefsîr”, 26; Müslim, “Îmân”, 348-365)
Peygamberimiz (s.a.s), burada; “kendisinin akrabası olmanın” Allah katında ki-şiye bir fayda sağlamayacağını, her şahsı ancak kendi imanının ve sâlih amelinin kurtaracağını haber vermektedir. Çünkü hiçbir kimse, nesebi, soyu, sopu sebebiyle cennete giremez.
“Kişinin kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçacağı gün kulakları sağır edercesine şiddetli ses geldiği vakit, işte o gün onlardan herkesin kendini meşgul edecek bir işi vardır.”
Bu âyet-i kerîmeler, dünya hayatının geçici zevk ve tasalarını aşıp varlığının anla-mı ve akıbeti üzerine düşünebilme seviyesine ulaşmış her insanı, sarsıcı gerçeklerle yüz yüze getirmektedir. Kıyamet olayları herkesi dehşete düşüreceği için o ortamda insanların birbirini düşünmeleri mümkün değildir; herkes kendi başının derdine düşer ve akrabalıktan doğan haklarını isteyecekleri endişesiyle birbirinden kaçarlar. Yakınlarımıza karşı görev ve sorumluluklarımızı; “Ey iman edenler! Kendinizi ve aile-nizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (Tahrim, 66/6) ayeti bildirmektedir.
Peygamberimiz (s.a.s)’in, “Hepiniz çobansınız ve hepiniz gözetiminiz altında bulu-nanlardan sorumlusunuz…” (Buhârî, “Nikâh”, 81; Müslim, “İmâret”, 20) hadisi de bu so-rumluluğumuzu açıkça ortaya koymaktadır.
Yapılacak iyiliklere önce ana-babadan, yakın akrabadan başlamayı pek çok ayet-te emreden kitabımız Kur’an, bu âyette de Hz. Peygamber (s.a.s)’in şahsında biz müminlere hitap etmekte, bu nezîr/uyarıcılık görevimizi eş ve çocuklarımız başta olmak üzere, akrabalarımızdan başlayarak yapmamız gerektiğini bildirmektedir. Nezîr/uyarıcılık görev ve sorumluluğumuzu yerine getirirken anlatacağımız konula-rı iyi bilmemiz ve gelecek tehlikeyi/ilahî azabı önceden bildirerek aile fertlerimizi ve akrabalarımızı iman, ibadet ve itaate yöneltmeyi hedeflememiz gerekir.
Hedefimizi gerçekleştirmede başarılı olabilmemiz; öncelikle Rabbimizin buyruk-larını bizzat yerine getirmemiz, böylece ailemize, çocuklarımıza ve akrabalarımıza güzel örnek olmamızla mümkün olacaktır. Bu görevimizi yerli yerinde ve zamanın-da yerine getirdiğimiz takdirde hem kendimizi ve hem de eş ve çocuklarımız başta olmak üzere akrabalarımızı, “yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten” korumuş oluruz.