“Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltin. Siz doğru yolda olursanız yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir.” (Maide, 5/105)
Allah Teâlâ, peygamber ve kitap gönderdikten sonra tercihini ısrarla inkâr yö-nünde kullananları zorla doğru yola iletmez. Bu kişileri kendi irade ve tercihleriy-le baş başa bırakır. Gerçeği araştırıp tercihini o yönde kullanmaya çalışanlara da yardım ederek onları doğru yola iletir. Bu bakımdan biz, tebliğ kurallarına uygun olarak dinimizi anlatmakla yükümlüyüz.
Dinimizde, “nemelazımcılık” ve “yalnız kendini düşünme” anlayışları asla onay-lanmaz. Kendisi için arzu ettiği şeyi din kardeşi için de arzu etmek, hatta din kar-deşinin iyiliğini kendi nefsine tercih etmek, kamil mümin olmanın bir şartıdır. “Ben kendimden sorumluyum, başkaları beni ilgilendirmez” diyemeyiz. Zira biz, hepi-miz, bir gemide yolculuk yapmaktayız. Gemi; makine dairesi, diğer bölümleri, alt ve üst katlarıyla bir bütündür. Geminin herhangi bir yerinde meydana gelen arıza, onun içinde yolculuk yapan herkesi etkiler. Geminin salimen sahile ulaşması, yapı-sının her yönden sağlam olmasına bağlıdır. O halde, toplum olarak hepimiz birbi-rimizden sorumluyuz.
Toplumları meydana getiren fertlerdir. Sağlıklı bir toplum yapısı da sorumluluk bilinci taşıyan bireylerin toplumda etkili olmasıyla mümkün olur. Kişinin başkaları-na yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak aydınlık yola çağrıda bulunma görevini ihmal etmemelidir.
Toplumdaki fitne, kargaşa, düzensizlik ve kötülükler el birliği ile engellenmeli-dir. Aksi takdirde, bunun zararı sınırlı kalmaz, hak edenlerin yanında suçsuzlara da dokunur. Fitnenin ortadan kalkması için ellerinden geleni yapmayanlar, haksızlığa karşı mücadele etmeyenler, kusurlu ve sorumludurlar. Peygamber Efendimiz, fitne konusunda ümmetini uyarmış, “Toplumda fenalık çoğalırsa içlerinde iyiler bulunsa bile helâkten kurtulamazlar.” (Buhârî, “Fiten”, 4, 28) buyurmuştur.
Bu âyetin, müminlerin, iman çağrısına olumlu karşılık vermemekte direnen ve kötülükler içinde yüzmeye devam eden inkârcıların durumuna üzülmeleri üzerine nâzil olduğu rivayet edilmiştir. Zamanla bazı Müslümanların bu âyeti, nemelâzımcı bir anlayışa kapı aralayacak şekilde yorumlamaya başladıklarını görünce Hz. Ebûbekir onları uyarıp özetle şunları söylemiştir:
Siz bu âyeti gayesinin dışına taşırıyor ve yanlış yorumluyorsunuz. Ben Resûlullah’ın “İnsanlar bir kötülüğü görüp de onu engellemezlerse, Allah’ın onlara genel bir azap göndermesi yakındır” buyurduğunu duydum (“Melâhim”, 17).
Şüphesiz dönüşümüz Allah’adır. O, yaptıklarımızdan dolayı bizi hesaba çekecek-tir. Herkes kendi yaptıklarının karşılığını görecektir. Ayrıca, iman çağrısına olumlu cevap verenler, bu çağrıya kulak vermeyen yakınlarından dolayı da kınanamazlar. Bu durum onlar için bir eksiklik de değildir. Zira Hz. Nuh ve Hz. Lût’un hanımla-rı, peygamber kocalarına iman etmedikleri halde Firavun’un hanımı iman etmiştir. Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Lût’un ve Hz. Nuh’un inkârcı hanımlarını bizlere ibret olarak anlatmaktadır. Ayette ayrıca Firavun’un iman eden hanımı da samimiye-ti, Allah korkusu ve içten duasıyla çok güzel bir örnek olarak haber verilmektedir:
“Allah, inkâr edenlere, Nûh’un karısı ile Lût’un karısını örnek gösterdi. Bu ikisi, kulla-rımızdan iki salih kişinin nikahları altında bulunuyorlardı. Derken onlara hainlik ettiler de kocaları, Allah’ın azabından hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, ‘Haydi, ateşe gi-renlerle beraber siz de girin!’ denildi. Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, ‘Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!’ demişti.” (Tahrim, 66/10-11)