“Rahmân’ın kulları, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürüyen kimselerdir. Cahiller onlara laf attıkları zaman, ‘selâm!’ der (geçer)ler.” (Furkân, 25/63)
Yüce Rabbimiz bu ayette ve sonraki ayetlerde sayılan üstün özellikleri taşıyacak olan ve Rahmân’a kul olma bilincine erişen kullarını; rahmet ve sevgisini hak edece-ğimiz için, kendi ismine ekleyerek “O Rahman’ın kulları” ismiyle şereflendirmekte-dir. O Rahman’ın has kulları olarak en önemli özelliğimiz; O’na iman etme ve kulu olma bahtiyarlığının bize kazandırdığı iç huzuruyla vakûr/ağırbaşlı ve mütevazı/ alçak gönüllü olmamızdır.
Kişinin nefsini Hakk’ın huzurunda kulluk mevkiine koyması, insanlara karşı ki-birli ve gururlu olmaması imandandır; Yine kişinin kendini büyük görmesi, büyük-lenmesi, başkalarını küçük görmesi ise küfür ve cehalettendir. Kur’an’da başka bir ayette; “Allah katında en değerliniz takva (Allah’a karşı sorumluluk bilinci) bakımından en üstün olanınızdır.” (Hucurât, 49/13) buyrulmak suretiyle insanların kendilerini üs-tün görmelerinin yanlışlığına dikkat çekilmiştir. Bir başka sure ve ayette rabbimiz bu duruma şöyle işaret etmektedir: “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen yeri asla yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin.” (İsrâ, 17/37)
Hz. Peygamber (s.a.s) de hem kendisi insanlara karşı mütevazı davranmış, hem de müminleri mütevazı olmaya çağırmıştır. Konuyla ilgili bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, kuşkusuz Allah da onun derecesini yükseltir.”
Allah’ımızın büyüklüğünü ve kendimizin nasıl ve niçin yaratıldığımızı, yaratılış safhalarımızı bilip düşünen bizler elbette ki büyüklük taslayamayız. Çünkü her an Cenâb-ı Hakk’a muhtacız. Mülkün tamamı ve nimetin her türü O’nundur. İnsa-nı yaratmadan önce yerküreyi bizim yaşayışımıza elverişli duruma getirip lüzumlu bütün kaynakları hazırlayan, Allah’tır. O halde büyüklük ancak O yüce Kudret’e yakışır ve O’na mahsustur. Resûlullah (s.a.s), kibrin ne kadar kötü bir huy olduğu-nu vurgulamak üzere, kalbinde zerre kadar kibir bulunanın cennete giremeyeceğini bildirmiştir (Müslim, “Îmân”, 147-149).
Gerçekten değerli, akıllı, bilgili ve erdemli insanlar daima alçak gönüllü, ağır başlı olurlar. Bunun en güzel örneği de Peygamberimiz (s.a.s)’dir. Kibirden nefret eden Resûlullah (s.a.s), bütün müslümanlar karşısında mütevazı olmayı değişmez bir davranış kuralı olarak özenle korumuştur. Bu sebeple “tevazu/kişinin nefsini Hakk’ın huzurunda kulluk mevkiine koyması, insanlara karşı kibirli ve gururlu ol-maması bir peygamber sıfatı olarak değerlendirilir.
Biz müminler de yeryüzünde zorba, mağrur, kibirli, saygısız, kaba ve haşin değil; sükûnet içerisinde, terbiyeli, ağırbaşlı, nazik ve yumuşak bir şekilde yürümeliyiz. İs-lam ahlakının, medeniyetinin, düşüncesinin ve idealinin canlı birer temsilcisi ve ay-nası olan biz müminler; inançları, davranışları ve sosyal konumları ne olursa olsun hemcinslerimiz olan diğer insanları da bizim gibi Allah’ın en şerefli varlıkları olarak görürüz. Kendimiz İslam nimetiyle veya Allah’a kullukla şereflendiğimizden dolayı bizim gibi düşünmeyen, inanmayan ve davranmayanları dışlamayız, kibirli, gururlu ve zorbalıkla davranmayız ve insani ilişkilerimizi merhametle sürdürmeye çabalarız. Buna rağmen ve belki biz müminlerin bildiği İslam’ın özellikleri ve güzellikleri ken-dilerine ulaştırılmamış, bu konuda cahil olan ve bize sözlü sataşmalarda bulunan bazı kişilere cevabımız da “selâm/esenlik” dileğiyle karşılık vermek olacaktır.
Müminler olarak hem vakûr/ağırbaşlı ve hem de mütevazı/alçak gönüllü olma-lıyız. Ancak kişiyi zillet ve meskenete düşürecek derecedeki bir tevazu/alçak gönül-lülük de dinimizin özüne aykırıdır. Buna da müsaade etmememiz ve gerektiğinde vakarımıza uygun bir şekilde karşılık vermemiz gerekir. Nitekim milletimizin tarihi bunun parlak örnekleriyle doludur.