“Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa onun keffareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur. Yeminlerinizi tutun. Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz.” (Maide, 5/89)
Söz söylemeden önce iyice düşünmeliyiz. Çünkü söz ağzımızdan çıktıktan sonra bizi bağlar. Atalarımız der ki: “Boğaz dokuz boğumdur, dokuz düşün bir konuş”, “Söz ağızdan çıkana kadar senin esirindir. Ağızdan çıktıktan sonra sen sözün esiri olursun.”
Sözlerimiz bir senet gibi olmalıdır. Yapamayacağımız konuda söz vermemeli, eğer söz vermişsek o sözü mutlaka yerine getirmeliyiz. Aksi takdirde, Yaratıcımız ve insanlar nezdinde itibarımız kalmaz. Bazen yemin ederek sözlerimizi kuvvet-lendirmeye çalıştığımız zamanlar olur. Aslında Müslüman, yemin etmeye ihtiyaç duyulmayacak derecede sözüne güvenilen ve çevresi tarafından böyle bilinen insan olmalıdır. Atalarımız; “Doğru sözde yemine ne hacet!” demişlerdir. Yemin etmek, verdiği söze Allah’ı şahit tutmak demektir. Bu sebeple, yalan yere yemin etmek ve yapılan yemine uymamak büyük bir günahtır.
Mecbur kalmadıkça yemin etmeyelim. Yemin ederek bir konuda söz verdiğimiz zaman, mutlaka yeminimize bağlı kalalım. Mevla’mız bu hususta şöyle buyuruyor:
“Allah adına yaptığınız ahidleri yerine getirin. Allah’ı kefil tutarak kuvvetlendirdikten sonra yeminlerinizi bozmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı bilir.”
Dinimizce yasaklanan bir şeyi yapmaya ya da yapılması emredilen bir şeyi yap-mamaya yemin ettiğimiz takdirde ise bu yeminimizi yerine getiremeyiz. Mesela; içki içmeye veya bir Müslüman kardeşimizle konuşmamaya yemin etmişsek, yeminimizi bozmamız ve keffâret ödememiz gerekir. Peygamberimiz bu hususta şöyle buyurur:
“Bir kimse bir iş için yemin eder, sonra da ondan hayırlısını görürse yeminini bozsun ve kefâret versin.”
İnsan olarak zaman zaman yanılır, doğru olduğunu zannederek yanlışlıkla ye-min ederiz. Ayrıca, dil alışkanlığı sebebiyle, yemin etme kastımız olmadan “Valla-hi”, “Billahi” gibi yemin kelimelerini kullandığımız olur. Bu tür yeminlerden dolayı keffâret gerekmez. Ancak, dil alışkanlığından kaynaklansa bile sık sık yemin etme alışkanlığımızı terk etmeye gayret etmeliyiz. Yalan yere yemin etmek büyük günah-tır ve sahibine çok ağır bir vebal yükler. Yalan yere yemin eden kimse derhal tövbe ve istiğfarda bulunmalı, bir daha böyle bir hataya düşmemeye karar vermeli, yemin sebebiyle zayi olan hakları da ödeyip sahiplerinden helâllik istemelidir.
Yemin, Allah Teâlâ’nın isim veya sıfatlarından birine ant içmekle yapılır. “Vallahi, Billahi, Tallahi, Allah şahit, Allah hakkı için and olsun, Allah adına yemin ederim” gibi ifadeler böyledir. Allah Teâlâ’nın isim ve sıfatları zikredilmeden söylenen bir sözün yemin sayılıp sayılmamasında toplumun örfü ölçü alınır. Toplumumuzda ba-zen bireyler sözlerini teyit etmek “Kâbe hakkı için”, “Şöyle yaparsam Müslüman olmayayım” gibi toplumun kutsal değerleri üzerine yemin etmektedir. Bu sözler, örfen yemin telakki edildiği takdirde, diğer yeminlerin tâbi olduğu hükme tâbidir. Dolayısıyla bu ifadeler Müslümanları bağlar.
Yeminini bozan kimse keffâret olarak; ya on fakiri sabahlı akşamlı doyuracak ya da on fakiri orta seviyede giydirecektir. On fakire birer fitre miktarı veya bir fakire on ayrı günde her gün birer fitre miktarı para vermekle de bu görev yerine getiril-miş olur. Eğer bunlara gücümüz yetmezse üç gün oruç tutmamız gerekir. Hanefi ve Hanbelîler’e göre bu üç gün orucun arka arkaya tutulması şarttır.