“Yetimlere mallarını verin. Temizi pis olanla (helâli haramla) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü bu, büyük bir günahtır.” (Nisâ, 4/2)
İslam öncesi dönemde bakımsızlık, boşama kolaylığı ve vefat gibi sebeplerle toplumda dul ve yetim kalan insanların sayısı oldukça fazla idi. Anne ve baba-larının ölmesi durumunda yetimlerin korunup gözetilmesi işi kabile reislerine düşüyordu. Câhiliye döneminde kabileler arasında sık sık savaşlar meydana ge-lirdi. Bu savaşlarda pek çok kişi hayatını yitirdiği için, vesayet altına giren öksüz kızların sayısı oldukça fazlaydı. Öyle ki, bazen bir velinin velayeti altında on-on beş kadar öksüz kız bulunabiliyordu. Yetimler, haklarını savunmaktan aciz ol-dukları için, çoğu kere büyük vârisler onların haklarına riayet etmez ve onlara bir şey vermezlerdi.
Dinimiz yetimlerin korunup gözetilmesine büyük önem vermiştir. Onların ko-runup gözetilmesinden ise birinci derecede velilerini sorumlu tutmuştur. Şöyle ki, babasını kaybeden her çocuğun gerek şahsı gerekse malları için bir koruyucuya, eğitici ve temsilciye ihtiyacı vardır. İşte bu koruyucu ve temsilciye veli adı verilir. Velinin görevi yetimi koruyup gözetmek, onun şahsî ve malî menfaatini kollamaktır. Kendisi de yetim olarak büyüyen sevgili Peygamberimiz, içinde yetiştiği toplumda yetimlere yapılan kötü muamelelere tanıklık etmiş biri olarak onların haklarının ko-runması hususunda son derece titiz davranırdı. Belki de toplum kesimleri içerisinde üzerlerine en çok eğildiği kesim dul ve yetimlerdi. Sehl b. Sa`d’ın rivayet edildiğine göre Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde “Ben ve yetimi himaye eden kimse cennette şöylece beraber bulunacağız” buyurmuş ve işaret parmağıyla orta parmağını aralarını biraz aralayarak göstermiştir (Buhârî, “Talâk”, 25).
Diğer bir hadis-i şeriflerinde ise, “Müslümanların evleri arasında en iyisi içinde ken-disine iyi davranılan yetim bulunan evdir. En kötüsü de, içinde, yetim bulunup da kendi-sine kötü davranılan evdir.” (İbn Mâce, “Edeb”, 6) buyurarak yetimlerin sıcak bir yuvada korunup gözetilmesini teşvik etmiştir. Görüldüğü üzere burada önemli olan sadece onları barındırmak yani iaşe ve ibatelerinin sağlanması değil; barınma ile beraber onlara iyi davranılmasıdır. Bunun içindir ki, barındığı evde yetime iyi davranılmaz, maddî ve manevî bakımdan eziyete maruz bırakılırsa, bu tür bir barınma, İslam’ın istediği gerçek bir barındırma değildir.
Ayet-i kerimede yetimlerin hukukunu gözetmeyen kimseler uyarılmıştır. Şöyle ki, yetimlerin malını yemeye, gasbetmeye, onu kendine ait kötü malla değiştirmeye kalkışan velinin görev ve yetkisini kötüye kullanmış olacağı, dolayısıyla emanete hıyanet etmiş sayılacağı ifade edilmiştir. Hadis-i şeriflerde ifade edilen yedi büyük günah arasında yetim malı yemek de geçmektedir. Efendimiz (s.a.s), “Yedi helâk edi-ciden kaçının!” buyurmuş, Orada bulunan sahâbîlerin, “Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar nelerdir?” diye sormaları üzerine “Allah’a ortak koşmak, sihir (büyü) yapmak, Allah’ın haram kıldığı bir nefsi haksız yere öldürmek, faiz yemek, yetim malı yemek, savaş mey-danından kaçmak, evli, namuslu ve hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnat etmektir.” buyurmuştur (Buhârî, “Vasâyâ”, 23; Müslim, “Îmân”, 145).
Yukarıda da ifade edildiği üzere İslam’dan önce insanlar yetimlerin mallarını yer-lerdi. Bazen de mallarından yararlanabilmek için yetimlerle evlenirler veya kendi çocuklarını onlarla evlendirirlerdi.
“Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.”
“Rüşdüne erişinceye kadar yetimin malına ancak en güzel şekilde yaklaşın.” (En’âm, 6/152) mealindeki ayetlerin nazil olması üzerine Müslümanlar yetimlerin malların-dan el çektiler. Öyle ki, onların mallarını yemek bir tarafa, yetimlerin mallarının kendi mallarına karışmamasına dikkat etmeye başladılar. Evlerinde yetim bulunan-lar onun yiyecek ve içeceklerini ayırarak onlara ayrı bir ev tahsis ettiler. Bu durum, mallarını çalıştırmaktan aciz olan yetimlerin de aleyhine olduğu gibi yetim himaye eden kimselere de güç geliyordu. İşte bu yanlış anlamayı bertaraf etmek amacıyla Cenab-ı Allah şöyle buyurdu:
“…Sana yetimleri soruyorlar. De ki: ‘Onların durumlarını düzeltmek hayırlıdır. Eğer onlara karışıp (birlikte yaşar)sanız (sakıncası yok). (Onlar da) sizin kardeşlerinizdir…”
(Bakara, 2/220)