“Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden öncekilerin sonlarının nasıl olduğuna bakmadılar mı? Allah, onları yerle bir etmiştir. İnkâr edenlere de bu akıbetin benzerleri vardır.” (Muhammed, 47/10)
Tarihte birçok kavim zevk, sefahat gibi geçici lezzetlerin peşine koşarak işledik-leri günah nedeniyle helak olmuşlardır. Yüce Kitabımız, bu tür bazı kıssaları gözler önüne sermekte ve geçmiş olaylardan ders alabilmemiz için “yeryüzünde gezip do-laşmamızı” istemektedir. Bunun birçok yararları olacağı aşikardır. Kişi kendi doğdu-ğu yerden çıkıp başka diyarlara ve memleketlere gidip-gelmedikçe birtakım bilgi ve tecrübelerden yoksun kalır.
Çok gezen kişinin çok okuyan kadar olmasa bile bilgili olabileceğini kabul etme-miz gerekir. Çünkü gezen kişi her gittiği yerden birçok şeyler elde ederek geri döner. Elde ettiği bilgileri ve tecrübeleri kendi hayatına ve yaşadığı topluma yansıtan kişi de kendine ve topluma yararlı bir insan hâline gelecektir.
Tarihi olmayan bir milletin geleceği de olmaz. Geçmiş milletlerin hâllerinden ders alabilmemiz için imkânlar ölçüsünde onların yaşadıkları yerleri görmemiz ge-rekir. Onların memleketleri nasıl harap olmuş, niçin bu felaketle yüzleşmişler, ne-den tarihleri yok olmuş gibi soruları sormamız gerekir.
Kur’an önce yaşayan topluluklar hakkında geniş bilgi verir. Allah’ın emir ve ya-saklarını yeterince yerine getirmediklerinden, geçici lezzetlerin peşinde koştukların-dan sonlarının iyi olmadığını, mal ve mülkleri kendilerini kurtarmadığını, net bir şekilde bizlere aktarmakta ve bizleri ikaz etmektedir.
Akıl sahibi insanlar tarihteki kavimlerin başlarına gelen bela ve musibetlerden ders alarak bu gibi felaketlerden uzak kalmasını becermelidir. Onun için yeryüzünü imkânlar ölçüsünde gezip olan bitenlerden ibret almamız tavsiye edilmektedir. Bu da ancak araştıran bir göz, ince bir duyarlılık ve şeffaf bir kalp ile dünyayı dolaş-makla sağlanabilir.
Kur’an, daha önce yaşayan insanların hâllerini düşünmemizi, onların işledikleri helak edici günahlardan başlarına nelerin geldiğini bilmemizi ve bunlardan ibret almamızı şöyle öğütler:
“Onlar yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden önce gelenlerin akıbetlerinin nasıl olduğu-na bakmadılar mı? Onlar kendilerinden daha çok, daha güçlü ve onların yeryüzündeki eserleri daha üstündü. Fakat kazanmakta oldukları şeyler onlara bir fayda vermemişti.” (Mü’min, 40/82)
O kavimlerin sayılarının çokluğu güç ve kuvvetlerinin fazlalığı, medeniyette çok daha ileri seviyede olmaları gibi hiçbir şey bunların yok oluşlarına mani olamamıştır.
Asıl ders alınması gereken husus: Helak olan kavimlerin birçoğu mal ve mül-künün yanında “bilge” olduklarını ortaya koyarak, kendilerini olduklarından çok daha fazla göstermeye çalışmışlardır. Ancak bilinen bir gerçek var ki, ilim imanla olursa sahibini mutlu, imansız ilim ise sahibini mutsuz, kör eder ve hatta yanlış kullanıldığında da felaketine sebep olabilir. Bu körlük kişiye birçok iş yapabileceğini zannettirir, fakat gerçek hiç de öyle sanıldığı gibi olmaz.
Bir insan bildiğini bilmedikleri ile karşılaştırsa ne kadar zayıf olduğunu anlaya-caktır. Böylece azgınlığa değil kul olma yollarını arayacaktır. Birçok insan yaratıldığı gayeyi unutarak azgınlık içine düşerek başına gelecek bela ve musibetin farkında olamıyor. İşte yüce Allah bizlere gezip dolaşarak bilgi ve görgümüzü arttırmamızı ve geçmiş milletlerin hâllerinden ders almamızı öğütlemektedir.
Netice olarak şunu söylemek mümkündür. Baktığını gerçek manada görebilen göz ve olaylardaki hikmetleri kavrayabilecek uyanık kalp ile yeryüzünde gezmek, geçmiş milletlerin kalıntılarını izlemek, o insanların ne olduklarını ve hangi mu-sibetlere duçar olduklarını görmek, düşünmek yüce Rabbimiz tarafından bizlere tavsiye edilmektedir.