“Ey iman edenler! Size açıklandığı takdirde, sizi üzecek olan şeylere dair soru sormayın. Eğer Kur’an indirilirken bunlara dair soru sorarsanız size açıklanır. (Hâlbuki) Allah onları bağışlamıştır. Allah çok bağışlayandır, halimdir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir.) Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kâfir oldu.” (Mâide, 5/101-102)
Soru sorarak öğrenmek bilgi edinmenin önemli bir yöntemidir. Nitekim çocuk-larımız, küçük yaşlarında gördükleri şeylerin ne olduğunu sorarlar. Bazen sorular o kadar çok olur ki, cevap vermekten yorgun düşeriz. Henüz okuma yazma bil-meyen ve öğrenmeyi merak eden çocuğun tek yapabileceği sorarak öğrenmektir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de 15 ayet-i kerime “Sana soruyorlar” ifadesiyle başlamak-ta ve bu soruların cevapları verilmektedir. Soru sormak, insanın kendi mantığını kullanarak içinde bulunduğu durumu fark etmesini sağlar. Bu bakımdan önemli bir tebliğ yöntemidir. Nitekim Hz. İbrahim bu yöntemi kullanmıştır: “İbrahim şöyle dedi: ‘Öyle ise siz, (hâlâ) Allah’ı bırakıp da, size hiçbir fayda, hiçbir zarar veremeyecek şeylere mi tapacaksınız?” (Enbiya, 21/66)
Kur’an-ı Kerim’de insanlar, çeşitli sorularla düşünmeye davet edilmiştir:
“İçtiğiniz suya ne dersiniz? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu acı bir su yapardık. O halde şükretseydiniz ya! Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık. O halde, O yüce Rabbinin adını tesbih et (yücelt).” (Vâkıa, 56/68-74)
Ayrıca, soru sormak düşünmekten kaçmayı da engeller. Bu sebeple şeytan, in-sanların, Allah’ın, ahiret gününün, cennet ve cehennemin varlığı gibi önemli konu-lar üzerinde düşünmelerini engellemek ister ve onları daima gerçeklerden kaçacak-ları bir tavra yöneltmeye çalışır.
Ashab-ı Kiram’ın birçok meseleyi Peygamberimize sorarak öğrendiğini biliyo-ruz. O halde ayet-i kerimelerdeki sakındırmanın soru sormakla ilgili olmayıp soru sormanın üslubu ile ilgili olduğu açıktır. Kişinin üzerine lazım olmayan, bilgi da-ğarcığına olumlu bir katkı sağlamayan, nezaket kaidelerine uymayan, cevap ve-rildiğinde soruyu soran kişinin üzülmesine yol açabilecek soruları sormak uygun görülmemiştir. Bazı kimseler Peygamberimize, “Hac her yıl mı farz, yoksa ömürde bir defa mı?”, “Benim babam kimdir?” “Babam cennette mi, cehennemde mi?” gibi sorular yöneltmişti. Bu sebeple yukarıdaki ayet-i kerimeler inzal buyurulmuştur.
Kaynaklarımızda hacla ilgili olay şöyle gerçekleşmiştir: Haccın farz olduğunu bildiren âyet indiğinde Peygamberimiz bir hutbe okumuş, Allah Teâlâ’ya hamd ve senâdan sonra “Allah size haccı farz kıldı” buyurmuştu. Bir sahâbî “Her yıl mı ey Allah’ın resûlü?” diye sordu. Resûlullah soruyu duymazdan geldi. Sorunun üçüncü defa tekrar edilmesi üzerine Hz. Peygamber “Şayet evet deseydim (her yıl haccetme-niz) farz olurdu. Siz ise buna tahammül edemezdiniz. Benim değinmediğim konularda soru sormayın. Sizden önceki bazı toplumlar peygamberlerine çok soru sormaktan ve sonra da bunlar üzerinde ihtilâfa düşmekten dolayı helâk olmuşlardır. Şu halde size bir şeyi emrettiğimde onu olabildiğince yerine getirmeye çalışın, size yasakladıklarımdan da kaçının.” (Müslim, “Hac”, 412) buyurmuştur.
Ayetlerdeki sakındırma ifadesinden, vahyin geldiği esnada soru sorulmasaydı dinin eksik kalacağı gibi bir anlam çıkarmak doğru olmaz. Zira bir hususun haram veya helal olmasını belirleme yetkisi yalnız Allah’a aittir. Şu halde bu âyetlerde ve-rilmek istenen mesajı şöyle açıklamak mümkündür:
Vahyin indiği dönemde bazı vecibelerin bildirilmesi soru sorulmasına bağlan-mış olduğundan, müminler yerli yerince soru sormaları, yersiz sorulardan ve ıs-rarcı tavırlardan kaçınmaları istenmiştir. Ayrıntılar üzerinde fazla sorular sorulması hâlinde, bu konudaki mükellefiyetlerin artabileceği haber verilmiştir.
Hacla ilgili hadisten de anlaşıldığı gibi ayet-i kerimelerdeki mesaj Kur’an’ın in-dirildiği dönemle sınırlı değildir. Müminler olarak dikkat etmemiz gereken husus-ları şöylece özetleyebiliriz:
- Dinî yükümlülükler konusunda Resûlullah’ın buyruklarını olabildiğince ye-rine getirmeye çalışmalı, yasakladıklarından kaçınmalı, kendi anlayışımızı ve için-de yaşadığımız toplumun geleneklerini dine yamamaya kalkışmamalıyız.
- Müslümanlar olarak asıl dinî vecibelerimizi bırakıp yeni yükümlülük arayışı içine girmemeliyiz. Aksi takdirde, dinin aslında olmayan hususları temel dinî yü-kümlülüklerimizden daha önemli hâle getirmiş
- Dünya ve ahiretimiz için herhangi bir faydası olmayan ve bilgi dağarcığımıza olumlu bir katkı sağlamayan soruları sormaktan uzak durmalıyız.