Namık Kemal kimdir? Hayatı, Eserleri ve Biyografisi

8 mins read

Tekirdağ’da doğan ve asıl adı Mehmed Kemal olan, Türk düşünce târihinde en kuvvetli tesirleri bırakmış ve kendisinden sonraki nesiller üzerine, Ebüzziya Tevfik’in tâbiriyle “bârika-i irfân” gibi gölgesi düşmüş bir gazeteci edibdir. Soyu, Konyalı Bekir Ağa’nın oğlu olup Mora’ya yerleştiği için Moravî diye de anılan Sadrâzam Topal Osman Paşa’ya[2] dayanır. Onun oğlu, Sultan (III.) Ahmed’in Kaptân-ı deryâsı Râtip Ahmed Paşa, onun oğlu ise Sultan (III.) Selim’in başmabeyncisi olan Şemseddin Bey’dir. Bu sonuncusunun, (III.) Ahmed’in küçük kızı Ayşe Sultan’dan doğmuş olması ihtimâli, Nâmık Kemal’i Osmanlı hânedânı ile akraba yapar.

Nâmık Kemal’in büyükbabası Şemseddin Bey’in kardeşi Müderris Osman Paşa Sultan (I.) Abdülhamid’in emriyle başı kesilerek öldürülmüş ve bu baş, ibret taşında sergilenmiştir. Hatta Mithat Cemal Kuntay’ın aktardığına göre Şemseddin Bey bir yemek sonrasında (I.) Abdülhamid’İn eline su dökerken Pâdişah dayanamayıp, “Fesubhanallah, bir kardeşi boğuşa boğuşa başını yedi, bir kardeşi elimize su döküyor” demiştir. Ömrü mutlâkiyete karşı meşrûtî bir rejimi savunmakla geçen Nâmık Kemal’in siyâsî yüzünü bu muhâverede aramak gerektiğini söyleyen Kuntay, herhâlde büyük edibin rejim mücadelesine hasrettiği hayatı ve o rejime hizmetle geçen resmî kariyeri arasında Şemseddin Bey ve Müderris Osman’ın bahtlarının terkîbini görmüştür. Nâmık Kemal, Atsız’ın da dediği gibi, “Osmanlı hanedanına düşman değildi. Bilâkis o hanedanı seven ve sayan bir adamdı. Bu, tarihi eserlerinde pek açık olarak görülür. O yalnız mutlakıyeti yıkıp yerine meşrutiyeti getirmek için padişahla çarpışmıştı. Memuriyet almasına gelince bundan da tabii bir şey olamazdı. Çünkü nihayet kendi vatanına hizmet ediyor ve hizmetine mukabil de yaşamak için milletinin parası demek olan maaş alıyordu.”

Annesi Tekirdağ Koniçe eşrafından mutasarrıf Abdüllatîf Paşa’nın kızı Fatma Zehra Hanım olan Nâmık Kemal’in babası da Sultan (II.) Abdülhamid’in müneccimbaşısı Mustafa Âsım Bey’di. Hem anne hem baba tarafından devlete ve hânedâna hizmet etmiş bir soydan gelen Kemal’in Arnavut kökenli olduğu da iddiâ edilmiş; lâkin hem Rıza Nur hem Atsız gibi önde gelen Türkçülerin yazılarında bu iddiâlar şiddetle reddedilmiştir. Öyle ki Rıza Nur, Nâmık Kemâl’in Türklüğünü sorgulayanın Türk olamayacağını söylemiş, onun Kemâl hakkındaki eseri için Koniçelileri araştırmasını ricâ ettiği Atsız da araştırması sonucunda Koniçelilerin kendilerini Türk saydıklarını öğrendiğini yazmıştı. Diğer yandan Atsız’a göre, “Namık Kemal’in ‘Bendeniz Arnavut’um ama o kadar ciğerden hoşlanmam.’ demesi ise apaçık bir alaydır. Bu söz, o zaman Namık Kemalle arası açık olan Ziya Paşayı tezyif için söylenmiştir. Ziya Paşanın annesi Arnavut’tur. Namık Kemal burada Ziya Paşanın “Harâbât”ını tenkit ederek Ziya Paşa için bir telmih ve kinayede bulunmuştur.”

Dedesi Abdüllatîf Beyin memûriyetlerinde onunla berâber memleketin çeşitli köşelerini dolaşan Kemâl, altı yaşında Afyon’da eğitime başlamış, İstanbul’a dönüşte Beyazıt Rüşdiyesi ve Vâlide Mektebi’ne verilse de dedesinin tâyini dolayısıyla Kıbrıs, Trabzon, Kars ve Sofya’ya giderek husûsî öğretmenlerden Arapça, Farsça, mantık tahsîl etmiş, tasavvuf ve edebiyat öğrenmiş, Dîvân şâirlerini okumuş ve hatta o vâdide şiirler yazmaya başlamıştır. Dedesinin ölümünden sonra, on altı yaşındayken Sofya’da evlendiği eşiyle İstanbul’a yerleşen Kemâl, ilk memûriyetini Tercüme Odası ve Emtia Gümrüğü’nde yapıp önde gelen kişilerden klâsik ve edebî ilimler konusunda dersler almış, 1861’de eski ve yeni şâirlerin biraraya toplandığı Encümen-i Şu’arâ’ya dâhil olmuştur. Bu encümenin dağılmasından sonra Şinâsî (Şinâsî maddesine bkz.) ile tanışmış ve üzerinde en büyük tesiri yapacak kişi olan Şinâsî sâyesinde Tasvîr-i Efkâr’da yazılar yazmaya başlamıştır. Şinâsî’nin Nâmık Kemal üzerindeki etkisi öyle büyüktür ki, Paris’e gittiklerinde kendilerini istiskâl eden ve Yeni Osmanlılarla hiç ilişki kurmayan Şinâsî’nin resminin arkasına Magosa’da sürgündeyken “Yeni Osmanlılar Reisi reisülmücâhidîn ve kıble-i erbâb-ı yakîn, saîdülhayat ve şehîdülmemât Şinâsî merhum” yazmıştır.

Nâmık Kemâl, 1867’de Ali Suâvi’nin yurtdışındaki Mustafa Fazıl Paşa’nın Muhbir’de neşrettiği mektubunu aynen iktibâs edip Tasvîr-i Efkâr’da yayınlayınca Erzurum’a vâli muâvini olarak sürülmüş; fakat görevine gitmeyip Ziya Bey (Paşa) ile Paris’e kaçmıştır. Reşat Bey, Nuri Bey, Agâh Bey (Agâh Bey maddesine bkz.), Rifat Bey (Paşa), Mehmet Bey, Hüseyin Vasfi Paşa, Ali Suâvi ve Nâmık Kemal’le Avrupa’da faaliyete geçen dokuz Jön Türk’ün içinde en ziyâde Nâmık Kemal hürriyetçi nesillerin üzerinde büyük bir etki yapacaktır. Onun Türkçülük, İslâmcılık, Batıcılık ve inkılâpçılık gibi düşünce hayâtımızın belli başlı ana kolları üzerinde hepsinin kendisinde bir nâsibi olacak kadar büyük olmasının sebebi, eserleri ve yazdıklarında; fakat daha çok şöhretinde aranmalıdır. Vatan mefhûmunu modern anlamında ilk defa onun kullanmış olması, Ernest Renan’a “İslâmiyet’in maârife mâni değil, bilakis mürebbi olduğunu ispat için” hamiyet-i dînîyesi ile müdâfaanâme yazması, “Ne efsunkâr imişsin âh ey dîdâr-ı hürriyet / Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretden” sayhasıyla heykelleştirdiği hürriyet fikri, “insanın hukuk-ı tabiîye ve zâtiyesince aklen müsâvâtına halel verecek bir kâide muhâldir” sözleriyle savunduğu hukuk önünde eşitlik ve nihâyet anayasacılık fikirleri ve bu vâdilerde çokça kalem oynatması sâyesinde Nâmık Kemal, Türk aydınları için bir nevi Gogol’ün paltosu[4] işlevini görmüştür. Meselâ Rıza Nur, onun hakkında kaleme aldığı derlemede “Nâmık Kemal’i ilk defa 16 yaşımda Çengelköy’de Tıbbiye İdadisi’nde okudum, milliyetçiliği öğrendim. O vakit içimden bir elektrik cereyanı geçmiş ve bana millet sevgisi vermiştir.” yazarak üzerindeki etkisini açıklamıştır. Kayahan Özgül’ün “Kemâl kamaşması” olarak adlandırdığı durum da bu özellikleri ve sergüzeşti dolayısıyla kazandığı şöhretle ilgilidir. O, bâzı durumlarda haklı; lâkin bâzı durumlarda şahsiyeti ve sanatının abartılmış özellikleriyle haksız bir şöhrete sâhiptir. Üstelik kendisi de “Budur ancak beni nâkıs bırakan / Her ne yazdımsa beğendi âlem” diyerek serzenişte bile bulunmuştur.

Nâmık Kemâl, Avrupa’dan İstanbul’a, yazı yazmamak şartıyla, döndükten sonra hasmı Âli Paşa’nın ölümüne kadar imzâsız bâzı yazılar dışında pek bir şey yazmamış, bu tarihten sonra ise İbret gazetesinin başmuharriri olmuştur. Kısa bir süre sonra gazete kapatılınca Gelibolu mutasarrıflığına gönderilmiş, burada fazla kalmayıp dönerek, yeniden çıkartılan İbret’in başına geçmiştir. 1 Nisan 1873 akşamı Gedikpaşa Tiyatrosu’nda oynanan ve epey gürültü koparan Vatan yâhut Silistre oyunuyla kitlelerin cûş u hurûşa gelip sokağa dökülmesi üzerine İbret temelli kapatılmış, Nâmık Kemâl de Magosa’ya sürülmüştür. Şehzâdeliğinde yakınlık kurduğu (V.) Murad’ın tahta çıkmasıyla hürriyetine kavuşup yaklaşık 1,5 yıl aradan sonra İstanbul’a dönen Kemâl, Abdülhamid’in saltanatının başında da Şûrâ-yı Devlet üyeliğine seçilmiş ve Kânûn-ı Esâsî’yi hazırlayacak heyete girmiştir; fakat burada Pâdişah’la düştüğü birtakım anlaşmazlıklar sonucunda tutuklanıp akabinde Midilli’ye mutasarrıf olarak sürülmüştür. Rodos ve Sakız’da da mutasarrıflıklarda bulunan Nâmık Kemâl, Sakız’daki görevi esnâsında zâtürreden ölmüştür. Evvelâ Sakız’da defnedilmiş; ama Ebüzziyâ Tevfik’in ölünce Gelibolu fâtihi Süleyman Paşa’nın yanına defnedilme arzusunu Pâdişah’a bildirmesi üzerine naaşı Gelibolu’ya getirilerek Süleyman Paşa Türbesi’nin hazîresine defnedilmiştir.

Nâmık Kemâl en çok tiyatro alanında eser vermiştir. Gönüllü olarak cepheye giden bir asker ve onun yanında bulunmak için erkek kılığına girip peşine düşen sevgilisi etrâfında Kırım Savaşı’ndan bir safahatın anlatıldığı Vatan yâhut Silistre bu vâdide ilk ve en şöhretli, millette vatan mefhûmunu uyandıran bir piyes olarak bilinmiş, Avrupa ve Rusya’da da ilgi uyandırmıştır. Gülnihal, Âkif Bey, Celâleddin Harizmşah gibi piyesleri de bulunan Kemâl’in İntibâh ve Cezmi adlarında iki de romanı mevcuttur. Birtakım yazılarının ölümünden sonra toplanmasıyla oluşmuş siyâsî ve edebî konulardaki yazıları ile belki de Türk edebiyatında, çeşitli devlet meselelerini ele aldığı uzun ve Acıbadem kurâbiyesi istediği kısa mektuplarına kadar, en fazla mektup yazan edib olmasını sağlayacak sayıdaki mektupları da neşredilmiştir.

Göktürk

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe