“Ey iman edenler! Allah’a içtenlikle tövbe edin. Belki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter ve peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı günde Allah sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. Onların nurları önlerinden ve sağlarından aydınlatır, gider. ‘Ey Rabbimiz! Nûrumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü senin her şeye hakkıyla gücün yeter’ derler.” (Tahrim, 66/8)
Yüce Allah bizi yaratmış, bize akıl ve irade gibi daha birçok nimetler bahşetmiş-tir. Bununla beraber O, bize değer vererek peygamberler aracılığıyla vahiy gönder-miş ve yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimizi de bildirmiştir.
Kur’an’da türevleriyle birlikte 86 defa zikredilen “tevbe” kelimesi sadece bu ayet-te bizden istenen tövbenin mahiyetiyle ilgili olarak, gerçek bir tövbenin “nasûh tev-besi” olması gerektiği şeklinde bir nitelendirilmede bulunulmuştur. Nasûh, hâlis, katkısız anlamına gelmekle birlikte düzeltici ve tamir edici demektir. Tövbe kelimesi Allah’a izafe edildiğinde, Allah’ın, kulunun durumunu daha iyi bir hâle çevirmesi, ona tövbe nasip etmesi ve tövbesini kabul etmesi manalarına gelir. Bu ayetteki nasûh kelimesi ise tam manasıyla pişman olma ve o hataya tekrar dönmeme azmini göster-memiz anlamına gelmektedir. İşte böylece içten ve kararlılıkla yapacağımız tövbeye de nasûh tövbesi denilmektedir.
Günahlarımıza tövbe etmemiz farzdır. Tövbe, Hz. Âdem’le başlar ve kıyamete kadar geçerlidir. Allah’a şirk koşmaktan başka tüm günahları bağışlayabileceğini bildiren yüce Allah insanlara verdiği değer ve önemden dolayı da kul haklarına karışmayacağını bildirerek kendi aramızda helalleşmemizi istemektedir. Bu ayetin devamında ise Allah, inkâr edenlere Hz. Nuh (a.s) ile Hz. Lût (a.s)’un karısını örnek gösterirken, iman edenlere de Firavun’un karısı Asiye’yi ve İmran kızı Meryem’i örnek göstererek bizleri tövbeye çağırmaktadır. Makbul bir tövbe için küfürden imana, kötülüklerden iyiliklere dönmemiz, günaha pişmanlık duymamız, günahı derhal terk etmemiz ve bir daha eski hâle dönmemeye azmetmemiz gerekir. Töv-benin rükünleri ise, farz ibadetlerimizi yerine getirmemiz, borçlarımızı ödememiz, helâl lokma yememizdir.
Makbul bir tövbe için de Zünnûn-i Mısrî’nin ifadesiyle her uzvun tövbe etmesi gerekir. Bu itibarla kalbin tövbesi, haram işleri yapmaya niyeti terk etmesi; gözün tövbesi, harama bakmaması; ayakların tövbesi, harama gitmemesi; kulakların tövbe-si, haram şeyleri dinlememesi; midenin tövbesi haram lokma yememesidir.
Bu ayette geçen nur ifadesi, müfessirlerce hidayet ve müminlerin içinde bulun-dukları hoşnutluk hâli, sağ yanlarından ifadesi de bütün yönlerinden manasına gel-diği belirtilmektedir.
Tövbe ve günah ilişkisi açısından konuya baktığımızda Allah’ın emir ve yasakla-rına karşı itaatsizlik ettiğimiz zaman imanımız sarsılmaktadır. Bu nedenle bir günah veya hataya düştüğümüzde akabinde hemen tövbe etmemiz ve böylece günahları-mızın bağışlanacağına inanmamız gerekir. Bu şuur ve imanımız da bizi tekrar günah işlemekten alıkoyabilir.
Diğer bir açıdan da günahlarımızdan dolayı ümitsizliğe düşmemeli, Allah’a yö-nelerek yenilenmeliyiz. Zira Allah’tan ümit kesilmeyeceğini bildiren Rabbimizin em-rine riayet ederek tövbe ettiğimizde bizi bağışlayacağı ümidiyle mükâfatına kavuşma ve azabından kurtulma düşüncemiz bizleri hayata bağlayan büyük bir müjdedir.
Yüce Allah, bizim tövbemize muhtaç değildir. Ancak kulu olarak el açarak tövbe dilememiz Rabbimizi hoşnut edecektir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s) de bizlere her konuda olduğu gibi bu konuda hem davranışlarıyla hem de sözleriyle en güzel örnek olmuştur. Onun günde 70 defadan fazla Allah’tan bağışlanmayı dilediği riva-yet edilmiştir (Buhârî, “Da’avât”, 3).
Konumuzu öz ve anlamlı bir dua ile tamamlayalım:
“Tövbe yâ Rabbî hatâ râhına gittiklerime,
Bilip ettiklerime bilmeyip ettiklerime.”