Dîvân edebiyâtının ilk özgün şâirlerinden biri olan ve Bey unvânı muhtemelen Manisa sancağına çıkarılan Şehzâde Mahmud’un nişancılığını deruhte ettiği için kendisine tevcih edilen Necâtî’nin asıl adı İsâ veya başka bir rivâyete göre Nuh’tur. Kaynaklar şöhretini Kastamonu’da kazandığı ve burada hat sanatı ile uğraştığı bilgisini aktarmışlardır. Şâir, Fâtih döneminde İstanbul’a gelmiş, sultâna sunduğu şiirlerle onun takdîrini kazanarak Dîvân kâtibi olmuştur. Bununla birlikte kendisini asıl ortaya koyduğu dönem, (II.) Bâyezid dönemidir. Sultânın kişisel himâyesini gören şâir, evvelâ Şehzâde Abdullah’ın mâiyetinde Konya’ya giderek onun Dîvân kâtibi olmuş, şehzâdenin 1483’te ölümü sonrasında İstanbul’a dönüp burada ricâl-i devlete kasideler yazarak 20 yıl geçirmiştir. 1504’te bu defa Şehzâde Mahmud’un yanına, Manisa’ya nişancı olarak yollanmış, onun mâiyetinde Gazâlî’nin Kimyâ-yı Saâdet’ini, Avfî’nin Câmiü’l-hikâyât’ını tercüme edip bir Leylâ vü Mecnun mesnevîsi kaleme aldı. Bunlar dışındaki çalışmalarından da bahsedilir; fakat günümüze sâdece Şehzâde Mahmud’un yanında bulunduğu devirde toplayıp tertip ettiği Türkçe Dîvân’ı intikâl etmiştir. Himâyesinden çok memnun kaldığı bu şehzâdenin vefâtı sonrasına Necâtî, Sultan Bâyezid’in bağladığı maaşla geçinip vefâtına dek hiçbir mansıbı kabûl etmemiştir.
Eski Anadolu Türkçesinin bütün imkânlarını seferber edebilmiş bir şâir olarak Necâtî Bey, edebiyâtımız için önemli bir yerde durmaktadır. Onun, klâsik şiiirimize orijinal edâsını veren ilk şâirlerden olduğu ve Âşık Çelebi’nin “bi’l cümle şu’râ-yı Rûm’a üstâd-ı evveldir” sözüyle Osmanlı şiirinin kurucularından sayıldığı söylenmiştir; hattâÂşık Çelebi’nin aktardığına göre bizde İran şâirleri ayarında şâir bulunmadığı türünde incitici sözlerden onun sâyesinde kurtulduk (“Necâti Rûm’da fenn-i şi’rün maddetü’l-hayâtı ve şu’arâ-yı Fürsun seng-i ta’nı zahm-ı bî-rahmından şu’arâ-yı Rûm’un sebeb-i necâtıdur”). Sâde ve samîmî, tecrübelerini, dünya görüşünü ortaya koyan gazelleri, lirik ve hakîmâne beyitleri ve (II.) Bâyezid’in şehzâdeleri için yazdığı mersiyelerle tanınan Necâtî’nin en belirgin özelliği atasözü, deyim ve halk tâbirlerine duyduğu ilgi ile bunları şiirinde kullanmak konusunda gösterdiği başarıdır. “Egerçi agır olur taş koptugı yerde”, “Sa’y et göngül ki âşıga Bagdat ırak degül”, “Kim demişler dostum bing yıl yarak bir gün gerek”, “Bu meseldür dostum sag baş yastık istemez”, “Yerde kalmaz çün bilirsin dûd-ı âhı kimsenüng”, “Öksüz oglan göbegin kendü keser” gibi mısrâlarındaki atasözleri, “Kan yut cefâ-yı dehr ile bagrunga taş bas”, “Kadr ile şeref buldı yetişdi göge başı”, “Agladıgını görüp başın döger taşdan taşa”, “Sık dost olmuşuz ki su sızmaz aramıza”, “Peri yüzlü güzeller hep senüng agzunga bakarlar” gibi mısrâlarındaki deyimler şiiriyeti bozmadan ve âhenkle kullandığı pek çok örnekten küçük bir kısmıdır. Yıldırım Bâyezid’in vezîri Kâsım Paşa ile başlayan, şiirde anlatım aracı olarak atasözlerini kullanma geleneği Necâtî’de doruk noktasına ulaşmıştır. Ayrıca şiirlerinde kelâm-ı kibâr tâbir edilebilecek özlü sözler de çokça kullanılmıştır. Muallim Naci’den öğrendiğimize göre, herhâlde bu edebî özelliklerinden ötürü, Yavuz Sultan Selim için çokça sarf edilen “Rakîbin ölmesine çâre yokdur / Vezîr ola meğer Sultân Selîm’e” beyti de bâzı tezkirelerde Necâtî’ye isnâd olunur. Oysa Selîm’in tahta geçmesi, onun ölümünden üç yıl sonra gerçekleştiği için bu isnatların gerçeği yansıtmadığını düşünmek gerekir.
Göktürk Ömer Çakır