“Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ahenk verip ona kötülüğü (seçme yeteneğini) ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu kötülüklere gömüp kirleten kimse de ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/7-10)
Nefis, insandaki şehvet ve gazap kuvvetlerinin toplandığı, şerrin kaynağı ve kötü huyların temeli olarak bilinmektedir. Ruhun akıl, nefsin heva ve arzu, bedenin de duyu sıfatları vardır. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman nefsin değişik anlamlarda kullanıldı-ğını görüyoruz. Ancak nefis daha çok insana vesvese veren (Kâf, 50/16); kötülüğü emre-dici duygu, arzu ve istek anlamında kullanılmıştır (Yusuf, 12/53; Nâzi’ât, 79/40; Şems, 91/7). Bundan dolayı olsa gerek Allah, nefsi kötü sıfatlardan arındırıp iyi sıfatlarla süsleyenleri kurtuluşa erenler olarak vasıflandırmış (A’lâ, 87/14; Şems, 91/9), bunun gerçekleşmesi için de onunla mücahede yapılmasını tavsiye etmiştir (Ankebût, 29/69).
Kutsal Kitabımızda nefsin beş derecesinden bahsedilmektedir. Bunlar, emmâre, levvâme, mülhime, mutmainne, râdiye şeklinde beyan edilmektedir. İslam âlimleri özellikle de sufilerin bu yüzden nefisle mücadele konusunda kulları eğitmeye büyük önem verdiklerini, onu terbiye ve tezkiye hususunda oldukça gayretli olduklarını görüyoruz. Hatta bu konuda İslam geleneğinde çok sayıda eserler kaleme alınmıştır.
İslam bilginleri nefis terbiyesinin beden terbiyesinden daha fazla gayret ve müca-hede istediğini belirtmektedirler. Çünkü kendisiyle sürekli mücadele istenen nefsin birçok kötü sıfatları vardır. Bunlar arasında aldatma, hile, haset, kötü zan besleme, hırs, cimrilik gibi hususları saymak mümkündür. İşte bütün bunlar, zamanında dizginlenemez ise insan yoldan sapmakla karşı karşıya kalabilmektedir. Buna karşı nefsini terbiye, tezkiye ve tasfiye eden kişi ise Allah’a yakınlıkta daha çabuk mesafe almaktadır.
XIII. yüzyılda yaşayan Kaside-i Bürde müellifi İmam-ı Busiri de nefsi süt emen çocuğa benzetmektedir. Busiri, onun arzu ve isteklerine bir sınır konulması gerek-tiğini tavsiye etmektedir. Ona göre eğer nefis her istediğini elde ederse şımaracak, böylece insana tahakküm etmeye başlayacaktır. Bu bakımdan onu zamanında diz-ginlemek gerekir.
Bütün bunlarla birlikte nefsine hâkim olamayan kişi eğer günah çukuruna düş-müş ise bunda ısrar etmemeli ve ümitsizliğe de kapılmamalıdır. Zira insanın suçu ve günahı ne kadar çok olursa olsun Allah’ın rahmeti, af ve bağışlaması bundan daha fazladır. Nitekim Kitabımızda bu durum şu ayetle net bir şekilde beyan edilmektedir:
“De ki: Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”
O halde hepimiz dünyanın geçiciliğini fark edip nefsimizin şehvetlerini dizgin-lemeliyiz. Ancak böyle davranıldığı takdirde ahirette kurtuluşumuz gerçekleşmiş olacaktır. Nefsimizi aklımıza değil, aklımızı nefsimize hâkim kılmak zorundayız. Eğer buna rağmen nefsin arzularına yenik düşersek bu defa da Allah’ın rahmetini isteyip, tövbe ve istiğfar edip bunu telafi etmeliyiz. Nefsin bizi doğru yoldan çeviren etkenlerden biri olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız.