“Hani Rabbiniz şöyle duyurmuştu: ‘Andolsun, eğer şükrederseniz elbette size nimetimi artırırım. Eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.’ Musa şöyle dedi: ‘Siz ve yeryüzünde bulunanlar, hepiniz nankörlük etseniz de gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye layık olandır.” (İbrahim, 14/7-8)
Bu ilahî hitap, peygamberler halkasının en önemli sîmalarından biri olan Hz. Musa’nın mücadelesinden bir kesit sunuyor bizlere. Firavun’un ağır zulmü altında perişan olmuş ve köleleştirilmiş olan İsrailoğulları, Allah’ın yardımıyla Musa pey-gamber tarafından kurtarılmış ve özgürlüklerine kavuşmuşlardı. Buna rağmen bu kavim, kendilerine yaptığı bu iyiliği unutarak çok geçmeden Hz. Musa’ya isyan et-mekten çekinmemişlerdi. Bu yüzden ilahî azapla tehdit edilmişlerdi. Kendilerine lütfedilen nimetlere karşı büyük nankörlük etmiş olan İsrailoğullarına kutsal Kita-bımızda yapılan bu uyarıdan, bizim de hissemize düşeni almamız gerekmektedir. Kur’an’daki kıssaların temel hedefi de budur zaten.
Peygamberler tarihi, bir bakıma şükredenlerle nankörlerin mücadelesinden ibarettir. Yüce Rabbimiz, nimetlerine şükretmek ya da nankörlük yapma arasında bizleri serbest bırakmakla (İnsan, 76/3) birlikte kendisine şükretmemizi ve nankör-lük etmememizi istemiş (Bakara, 2/152), şükredenleri mükâfatlandıracağı müjdesini vermiştir (Kamer, 54/35). Şu halde üzerinde durmamız gereken husus bu şükrümüzü nasıl yerine getirmemiz gerektiğidir. Ancak bundan önce niçin şükretmemiz gerek-tiği hususu ayrı bir önem arz etmektedir.
Niçin şükretmeliyiz? Bildiğimiz gibi insanlar arası ilişkilerde önemli bir nezaket kuralı olarak bilinen “teşekkür”, yapılan bir iyiliğe karşılık olarak sunulan bir min-net ifadesidir. “Şükür” de aynı şekilde bizi yoktan var edip sayamayacağımız kadar nimetlerle bizleri donatan (Nahl, 16/18) Rabbimize karşı duyduğumuz minnetin bir ifadesidir. Dolayısıyla biz, Yaratanımıza ettiğimiz şükürle, O’nun nimetlerini, iyilik-lerini itiraf etmiş oluruz. Ancak bu itiraf nimeti değil, onu vereni andığımızda asıl amacına ulaşmış olur.
Yüce Rabbimiz bu itirafı nasıl ifade edeceğimizi, diğer bir deyişle nasıl şükrede-ceğimizi de bizlere göstermiştir. “Eğer siz yalnız Allah’a kulluk ediyorsanız, O’na şükre-din” (Bakara, 2/172) buyuran yüce Mevlâ’mız, ancak kendisine ibadet etmemiz hâlinde şükretmiş sayılabileceğimizi bildirmektedir. Sevgili Peygamberimiz de Allah’ın en sevgili kulu olmasına karşın O’na şükretmeyi ihmal etmemiş, öyle ki ayakları şi-şinceye kadar namaz kılmak suretiyle Allah’a şükreden bir kul olmayı arzu etmiştir (Buharî, “Teheccüd”, 6). Kutlu Nebî’nin bu tavrından çıkaracağımız ders şudur:
Bizler, Allah’ın, ahirette vereceği cennet nimetine kavuşmak için değil, bizi bu dünyada sayısız nimetlerle donattığı için şükrederiz. Su, hava, güneş ve toprak gibi kevnî nimetler yanında başta bedenimiz olmak üzere sahip olduğumuz her şey şük-retmemizi gerektiren sebeplerdir, nimetlerdir.
Rabbimize şükrederken özen göstermemiz gereken çok önemli bir husus vardır ki, o da şudur: Sahip olduğumuz her nimete, o nimet cinsinden şükretmeliyiz. Ör-neğin çok para kazanıp zengin olmuşsak bu nimetin şükrünü, kazandıklarımızdan hayır yolunda harcayarak eda edebiliriz. Evlatlarımız da Allah’ın bizlere bir lütfu ve ihsanıdır. Çevrelerine faydalı hayırlı birer evlat olmaları için yetiştirmemiz, eğit-memiz de onların şükrüdür. Bunun dışında örneğin kıldığımız namazlarla bede-nimizin, Ramazan orucu ile de bir yıl boyunca yiyip içtiklerimizin şükrünü yerine getirmiş oluruz.
Şükür ve nankörlük anlam olarak birbirinin tam tersi kavramlardır. Şükür, ev-vela Allah’ın nimetlerinin farkında olmak sonra da bunun gereklerini yerine getir-mek olduğuna göre, nankörlük tam aksine Allah’ın nimetlerini umursamamak veya bilmemektir. Bunun bir ileri aşaması Allah’ı tanımamak veya O’nu inkâr etmektir ki, bu da imanın zıttı olan “küfür” durumudur. Zaten kâfirlerin bu ismi almalarının temelinde Allah’ın nimetlerini tanımamaları, O’nu ve gönderdiği hakikatleri inkâr etmeleri vardır. Durum böyle olunca Rabbimizin iyiliklerini unuttuğumuz takdirde bu tehlikeli konuma düşmekten emin olamayız.
İnananlar olarak şunu kesin olarak bilmeliyiz ki bizler şükrettikçe Allah daha fazlasını verecektir. Hem dünyada hem de ahirette verecektir. O’nun nimetlerine karşı nankörce bir tavır sergilememiz hâlinde ise bizleri şiddetli bir azabın bekledi-ğini unutmamalıyız.