1840’lı yıllarda tüm Avrupa’yı saran ve 1848’de dalga dalga yayılarak Macaristan’da da bir millî uyanış hareketi olarak ortaya çıkan ihtilâller sonucunda Osmanlı ülkesine sığınmış pek çok Macar’dan biri olan ve ülkemizde ihtidâ edip yükselen (Lehistan’dan bir örnek için bkz. Mustafa Celâleddin Paşa) “Macar” lakaplı Osman Paşa’nın, önceki adıyla Sándor Farkaş’ın kızıdır. Bir polygnot ve Avrupa kültürüyle Şark kültürünü kaynaştırmayı başarmış babanın ve hâfızasında yüzlerce beyti mahfuz tutan, bilhassa hastalık zamanlarında terennüm eden edebiyâtı seven bir annenin kızı olması, ondaki şâirâne eğilimlerin bir sanat olarak yükselmesini sağlamıştır. Nigâr Hanım, tahsîl ve terbiyesi sâyesinde babası gibi pek çok dili konuşup yazabilmiş, yine babasından kazandığı Avrupâî kültür yoluyla bilhassa Fransız romantiklerini ve parnasyenleri okuyarak, diğer taraftan Dîvân şiirinin en seçkin örnekleriyle beslenip devrinin edebiyat zevkini bizzat onu işleyip kuranlardan dinleme imkânına sâhip olarak geniş bir edebî zevk kazanmış, şiirlerinde de bunu kuvvetli ve samîmî bir lirizmle ifâde etmiştir.
İ H. Ertaylan’ın “Türklerin Madam Desbordes-Valmore’u” olarak tanımladığı, eserlerinde önce – samîmîyetini izhâr edercesine – Uryan Kâlb müsteârını ardından adını kullanan Nigâr Hanım’ın şiirinde ömrünün kederleri, şarkılarında garâmî hislerin yanında aşk ve elem, nesirlerinde ise ıstıraplı bir kalemin dokunuşları kendisini ortaya koyar. Mutsuz bir evlilik hayâtı yaşayan, eşinin serâzatlığı ve âile saadetini düşünmeyen davranışları sebebiyle uzun zaman çocuklarından da ayrı yaşamak durumunda kalan Nigâr Hanım, ömrünün büyük kısmını, bugün Âşiyan’da on üç defter hâlinde bulunan, Alnımın Yazısı adını verdiği günlüklerine aktarmış, bu vâdide Batı edebî ölçüleri içerisinde geniş bir edebî birikim ortaya koymuştur.
Bilhassa iki defa evlendiği kocasından 1902’de son defâ boşanmasından sonra neşe ve eğlence meclislerinin, Avrupa’nın Fransa, Macaristan, Avusturya, İtalya, Romanya gibi ülkelerde yer alan çeşitli şehirlerine ve Mısır’a seyahatlerin de sığdırıldığı hayâtının yine de büyük bir kısmı ıstırâb-âverdir. Salı günleri konağında devrin önde gelen isimleriyle bir araya gelip edebî sohbet halkaları oluşturan, hânedân üyelerinin meclislerinde bulunan ve onlarla ünsiyet kuran, hatta günlüklerinden öğrendiğimize göre birkaç Avrupa hükümdârıyla da mülâkî olma imkânını bulan şâir Nigâr Hanım, 1912’den îtibâren memleketimizin üzerine çöken, millet ve devletimizi çok büyük maddî ve mânevî kayıplara uğratacak savaş yıllarında sıkıntılar çekmiş, hatta zaman zaman iâşesini sağlayamayacak duruma düşmüştür. Bu zamanlarda kendisine yardım edenler arasında Enver Paşa ve eşi Nâciye Sultan da bulunmaktadır. Gırîve ve Tesir-i Aşk adlı tiyatro eserleri bulunan, ilk şiir kitabı Efsûs’u (1887) aynı ve aynı adla devâmı olacak bir diğer şiir kitabını (Efsûs II – 1890) yayınladıktan sonra, (II.) Abdülhamid tarafından ikinci dereceden şefkat nişanıyla ödüllendirilmesini sağlayan Nîrân (1896) ve Aks-ı Sedâ (1899) adlı manzum-mensur eserlerini ortaya koyan, ardından bir mektup-roman kabûl edilebilecek Safahat-ı Kâlb’ı (1901) yazan Nigâr Hanım, I. Dünya Savaşı esnâsında Elhân-ı Vatan adlı hamâsî şiirlerini neşretmiş, bu dönemde çeşitli yardım faaliyetlerinin içinde yer alarak “en büyük mülhimem” dediği vatanı için samîmî ıstıraplar çekmiş ve Maarif Nezâreti’nin kendisine tevdi ettiği bir mektep müdürlüğünü deruhte ederken savaşın getirdiği koşulların doğurduğu sârî bir hastalık olan tifüse yakalanarak Şişli Etfâl Hastânesi’nde hayata gözlerini yummuştur. İlginçtir ki, ilk şiiri, genç yaşında bir kaza sonucu ölen kardeşine yazdığı mersiye, son şiiri de Âtıfpaşazâde Rauf Bey’in ölümü üzerine yazdığı mersiyedir. İki ağıt arasında bir ömür sürmüştür.