“Nimetlere karşı nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri cezalandırırız.” (Sebe, 34/17)
İnsan yüce Allah’ın verdiği sayısız nimete karşı şükretmekle mükelleftir. Eğer şükretmezse nankörlük etmiş olur. Nankörlük ise, yapılan iyiliğin kadir ve kıyme-tini bilmemektir. Günlük hayatımızda kendisine iyilik eden kimseye teşekkür et-meyen kimseyi ne kadar da ayıplarız değil mi? Sık sık dile getirdiğimiz, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır” atasözümüz de geçmişte kendisine iyilik yapan insan-ları unutmayalım diye söylenmemiş midir? Yani bir fincan kahve kadar az da olsa iyilik gördüğün insanı ve iyiliğini unutma, onu aklında, gönlünde yaşat, o iyilik ve ikram adına o kişiye saygılı davran, yeri gelirse daha güzeliyle karşılık vermeye çalış. Çünkü Müslümanlık ve insanlık bunu gerektirir.
Yüce Rabbimizin üzerimizdeki iyilik ve ikramları ise hiçbir kimseyle ya da varlık-la kıyaslanmayacak kadar sınırsızdır. Bu konuda Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkış-sanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim, 14/34)
Demek ki, Rabbimize karşı şükretmemizi gerektiren nimetler o kadar çoktur ki ömrümüz boyunca bunları saymaya çalışsak sayamayız. Her şeyden önce kalbi-miz, beynimiz, elimiz, ayağımız, gözümüz, kulağımız, bütün vücudumuz vs. başlı başına birer şükür (teşekkür) vesilesidir. “Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (Nahl, 16/78) âyeti bu nimetleri hatırlatarak bizi şükre davet ediyor. Yine ana-baba, aile, eş, evlat; meyve, sebze, toprak; etinden, sütünden, balından, yumurtasından, gücünden vs. yararlandığımız büyük-küçükbaş hayvanlar; hava, su, deniz, güneş, ay, gezegenler, gece ile gündüzün peş peşe gelmesi, kısaca mikro varlıklardan makro varlıklara kadar hizmetimize verilmiş canlı-cansız her şey Rabbimizin bu nimetle-rine karşı şükrü gerektirmektedir.
Ancak bütün bu sayılan ve sayılamayan nimetlere rağmen “insan çok zalim ve çok nankör” olabilmekte, Rabbini tanımamakta ya da tanıdığını iddia ettiği halde O’nun emrettiği istikamette yaşamayarak Rabbine karşı gelebilmektedir. Bunun so-nucu ise dünya ve âhirette kaybeden ve zarara uğrayan insanın kendisi olmakta-dır. “Şükrederseniz nimetimi artırırım. Nankörlük ederseniz azabım şiddetlidir.” (İbrahim, 14/7) âyet-i kerimesi, açıkça bunu ifade ediyor.
Şu âyet-i kerimede de geçmişte kimi insanların nankörlüklerinden dolayı ilahî cezaya uğratıldıkları haber verilmektedir:
“Allah, şöyle bir memleketi misal verdi: Orası güven ve huzur içinde idi. Oraya her taraftan bolca rızık gelirdi. Fakat Allah’ın nimetlerine nankörlük ettiler; bu yüzden yap-tıklarına karşılık Allah onlara şiddetli açlık ve korku ızdırabını tattırdı.”
Şüphesiz âyet-i kerimede verilen bu misal, sayısız nimetlere muhatap olduğu halde bu nimetlere nankörlük eden bütün insanlar için geçerlidir.
Yine konumuzun başında mealini verdiğimiz âyet-i kerimeden öğrendiğimize göre Sebe halkı da nimetlere nankörlüğünün bedelini çok ağır bir şekilde ödemiş ve ilahî bir cezayla cezalandırılmıştır. Bu husus Sebe suresinin ilgili âyetlerinde şöyle ifade ediliyor:
“Andolsun, Sebe’ halkı için kendi yurtlarında bir ibret vardı: Biri sağda biri solda iki bahçe bulunuyordu. Onlara şöyle denilmişti: ‘Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin.
Beldeniz güzel bir belde, Rabbiniz de çok bağışlayıcı bir Rabdir.”
“Fakat onlar yüz çevirdiler. Biz de üzerlerine Arim selini gönderdik. Onların bahçele-rini ekşi meyveli ağaçlar, acı ılgın ve biraz da sedir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik.”
(Sebe, 34/16)
“Nimetlere karşı nankörlük etmeleri sebebiyle onları işte böyle cezalandırdık. Biz (bu şekilde) ancak nankörleri cezalandırırız.”
O halde yüce Allah’ın ihsan ettiği maddî ve manevî nimetlerin şükrünü eda et-meyip o nimetlere karşı nankörlük edenler er veya geç ilahî cezaya maruz kalırlar. Nimetlerin şükrünü eda edenler ise dünyada da ahirette de böyle bir sıkıntı yaşa-mazlar, mutlu olurlar. Kur’an bu müjdeyi veriyor:
“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılı-ğını verendir, hakkıyla bilendir.”