Nizamı Cedid Fikrinin Doğuşu ve Askeri Alanda Yapılan Islahatlar

15 mins read

Kelime anlamı olarak incelediğimiz zaman “nizâm”: düzen, usûl, tertip, yol, icaplarına göre konulan esaslar; “cedîd” ise: yeni, kullanılmamış anlamlarına gelmektedir, yani nizâmı cedîd, yeni kanun, yeni düzen demektir. Nizamı Cedit” kavramı terim olarak ilk defa Fazıl Mustafa Paşa tarafından imparatorluğa verilen iç düzen için kullanılmış fakat Fazıl Mustafa Paşa’dan Selim III’e gelinceye kadar bu terime Osmanlı tarihinde rastlanmamıştır. Bir tanımlamaya göre Nizamı Cedid terimi ya da ‘Yeni Düzen’; Sultan III. Selim’in hemen hemen yirmi yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğuna getirilen idari, mali ve askeri reformların tümünü ilgilendirir. Başka bir tanımlamaya göre, Nizamı Cedit, Osmanlı İmparatorluğu’nda mevcut bir idare rejiminin yerine yenisinin konulması manasına alınmıştır; Selim III.’ün ismiyle beraber olarak kullanılan Nizamı Cedit kavramı ise, şimdiye kadar dar ve geniş manada olmak üzere iki şekilde tarif edilmiştir; dar manada Nizamı Cedid: Selim III.’ün devrinde Avrupa usulünde yetiştirilmek istenilen talimli askeri anlatırken, geniş manada Nizamı Cedid kullanımı, Selim III.’ün yeniçerileri kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, Osmanlı Devletini Avrupa’nın ilim, sanat, ziraat, ticaret ve medeniyette yaptığı ilerlemelere ortak yapmak için giriştiği yenilik hareketlerinin bütünüdür. Esasında, Nizamı Cedid kavramıyla anlatılmak istenen, tam olarak bu anlam temelinde karşımıza çıkmaktadır. Çünkü genel anlamda yapılan yeniliklere baktığımızda hemen hemen bütün alanlarda bir takım değişikliklere gidildiğini ve gerekli olan ıslahların yapıldığını ya da yapılmaya çalışıldığını görmekteyiz.

Bazı düşünürlere göre Nizam ı Cedid olarak adlandırılan bu yeni reform programının ismi, “yeniden yapılanma” yanında; “gazi devlet”in “nizamı âlem” gibi evrensel bir iddiadan geri adım atması, rasyonel bir hedef küçültme, içe dönme hali ve askeri sahada makasın açıldığı gerçeğini kabullenme olarak okunmuştur. Nizamı Cedid tabiri aynı zamanda, “nizâmı kadîm” / “kanûnı kadîm” ve “de’bi dîrîn” olarak ifade edilen teamüller ve zihniyet açısından da yeni bir yönelime ve arayışa delalet eder.131 Bunun tezahürleri olarak 1792’de Ebubekir Râtib Efendi132 Viyana’ya, bir yıl sonra da Yusuf Agâh Efendi Londra’ya gönderilmiştir.

Selim’in devlete vermek istediği yeniliklerin bütününe Nizâmı Cedid denmesine rağmen, bu tabir özellikle askeri alanda yoğun olarak kullanılmıştır. Bu durum, III. Selim yönetimi tarafından uygulamaya konulan Nizamı Cedid programı, askeri sistemin kökten değişimini ve Yeniçeri Ocağı dışında yeni bir ordunun kurulmasını salık veren Reşid ve Abdullah Birrî efendilerin layihalarının, sultan ve devlet ricali arasında revaç bulduğunu göstermektedir. Esasında III. Selim’i askeri ıslahatlar yapmaya sevk eden asıl faktör Yeniçeri Ocağının bozulması dolayısıyla savaşlarda yaşanan başarısızlıktı. Bu başarısızlıklar sonucunda yavaş yavaş ocağın kaldırılmasına dair bir takım sesler yükselmeye başlamıştı. Çünkü başta bu ocaktaki disiplinsizlikler gözle görülür bir şekilde ortaya çıkmış ve savaşlarda sürekli olarak alınan yenilgiler de bu ocağın artık işlevsiz bir yapı haline geldiğini kanıtlar bir nitelik kazanmıştı. Bu noktada III. Selim’in yalnızca mevcut silahlı kuvvetlerde ve çeşitli devlet kurumları bünyesinde kendini gösteren bozulmayı ortadan kaldırmakla yetinmediği ve Avrupa tarzında eğitilmiş yeni bir ordunun vücuda getirilmesini arzuladığı bilinmektedir. Yeniçeri Ocağı’nı ıslah etmektense yerine yeni bir ordu kurulmasının arkasındaki temel görüş ocağın artık düzeltilemeyecek kadar “bozulmuş” olmasıydı. Fakat bu ocağın tamamen kaldırılıp yerine yeni bir yapılanmanın kurulması sanıldığı kadar kolay bir iş değildi. Her şeyden önce bunun için belli bir bütçenin ayrılması gerekiyordu ki o dönemde sürekli olarak savaşta olan ve mevcut askerin ihtiyaçlarını karşılamakta zorluk çeken imparatorluğun, bu bütçenin altından kalkabilmesi olanaksızdı. Nitekim Edib Tarihi’nde, söz konusu dönemde seferler dolayısıyla zorluk çeken askerin ihtiyacının karşılanabilmesi için Hristiyan halk dâhil olmak üzere, hatta Enderûn ve Bîrun’da bulunan bazı eşyaların bile Darphaneye teslim edilmesi hususunda şöyle söylenmektedir:

“Böyle evânı seferiyyede cânibi mîrînin azîm muzâyakası derkâr iken nâsın dürlü dürlü evânîi zer ü sîm isti’mâli ve pey derpey kuyumcu taifesine i’mal ettirdikleri ve süfehâi zamân nev be nev şeyler icâd etmeğle halk isrâfat makulesine düşüp farzen bir dirhem sîmi hâlisin kıymeti on pâre iken seksen pâreye ma’üstâdiyye musanna’ nesneler ihdâs etmeleriyle, ihtilâli umûrı dâd ü sitâde ve muzâyakai külliyeye bâdî olduğundan fîmâba’d kuyumcu tâifesi o makule evânîi zer ü sîm yapmamak ve yedlerinde mevcûd bulunan cümlesi Darbhânei âmireye bîkusûr teslîm olunmak ve bedestân esnâfında ve sâ’irde bulunan o makûle zer u simden masnû’ her ne olur ise olsun kezâlik Darbhâneye verilmek ve ketm olunmamak ve Enderûn ve Bîrûn’da ol misillu zâid evânîi sîm her kimlerde mevcud ise ketm olunmayub Darbhânei âmireye teslîm olunmak ve hatta Rûm ve Ermeni taifeleri dahi patrikleri marifetiyle matlûb olunan evânîi sîm makulesi eşyâ tedârik edûb Darbhânei âmireye teslim etmek ve teslîm olunan sîmin kâl olmuş hâlisine beher dirhemine on pâre ve kâl olmuş zeri hâlise beher miskaline altı gurûş bir zolatadan (90 akçelik bir Leh parası) kıymetleri pîşîn edâ olunmak ve fîmâba’d bu vechle olunup ve verilmek üzre ve her kim bu mezkûrata ita’at etmeyüb hilâfı vaz’u hareket eder ise cezâsı tertîb olunmak üzre esnâf kethüdâları ve kuyumcubaşı ve bedestân kethüdâsı ve ehli hibreye hitâben müekked emri âlî sudûr ve nezdi Ka’immakamî’de mazmunı şerîfi cümlesine tefhim ü tenbîhi ekîd olundu.”

Selim’e, diğer bütün alanlardaki yeniliklerin yanı sıra bilhassa orduda yeniden yapılanma durumuna gidilmesini kavratan ve bu konudaki düşüncelerine kesinlik kazandıran olayın ise şu olduğu aktarılmıştır: “ III. Selim, tahta çıktığında devam etmekte olan Rus ve Avusturya savaşının kötü gidişatına engel olmak istedi. Bütün gücüyle ordunun teçhizine çalıştı. Prusya ile ittifaka gidilmesinden bir an bile tereddüt etmedi, gerçekleşmesi için çok uğraştı ve bu konudaki muhalefeti ortadan kaldırdı. Kırım’ı geri almadan ve zafer kazanmadan savaşa son vermeyi kabul etmedi. Bunun için Rusya ile savaşın zaferle bitirilmesi için herkesi teşvik etti. Fakat savaşın gerçekleriyle yüz yüze olan ordu ricali, başta Sadrazam Koca Yusuf Paşa olduğu halde tamamen başka yönde bir karar aldı. Bu Osmanlı tarihinde emsali görülmemiş bir boykot hadisesidir. Bozuk düzeni içindeki eğitimsiz ordu, zaferden tamamen ümidini kesmiş ve bir an önce barış yapılmasını talep etmekteydi. Bu karar bütün ordu ve devlet ricalinin imzaladığı ortak bir dilekçeyle resmen kendisine bildirildi. Bu gelişme karşısında III. Selim barışa rıza göstermekten başka bir çaresi olmadığını anladı.” Bu olay bize artık merkezi otoritenin eskisi gibi güçlü olmadığını, başta asker olmak üzere toplumun diğer kesimlerinin padişahın kararlarını sorguladıklarını ve gerektiğinde bu kararları değiştirebileceğini göstermesi bakımından önemli bir olay olarak karşımıza çıkmaktadır.

Aynı şekilde Nizamı Cedit gibi yeniden yapılanma döneminin başlatılmasını, bir başka olaya daha bağlayanlar vardı. Cevdet Paşa Tarihi’nde de geçen bu olayda, yeniçerilerin sayı bakımından Moskof askerini kat kat geçmesine rağmen sırf yeni savaş yöntemlerini bilmedikleri için onlara karşı koyamadıklarını ve bu halde kıyamete kadar düşmanı yenemeyeceklerini ifade eden yeniçerilerin durumuydu. Henüz savaş başlamadan sadece bir takım donanımların eksikliğinden dolayı yenilgi psikolojisine sahip olan askerle girişilen savaşlarda başarı elde etmek düşünülemezdi. Dolayısıyla bu durumun değişmesi gerekiyordu. Bunun sonucunda ise yeniden yapılanma döneminin önü açılmış oluyordu. Askerlikle ilgili olan bu olumsuz durumların yanı sıra bir de Yeniçerilerin toplum içerisindeki bazı olumsuzn davranışları vardı ki bu da oldukça dikkat çeken bir konuydu. Ahmet Rasim bu durumu şöyle aktarmaktadır:

“Yeniçerilere esnaflık yapmak ve istedikleri yerde yatmak izni verildiğinden, bunlardan çoğu manavlık, hamallık gibi işlerle veya namuslu esnaftan baskı ve zorbalıkla para kazanıp evlenirlerdi; bekârları ise hanlarda oda tuttuklarından, kışla ve karakollarda yatmak beceriksizlere, kalleşlere, malleşlere kalmış idi. Askeri eğitimden, itaat ve askeri terbiye denilen şeyden eser yoktu. Han odalarının murdarlığı, rezillik ve kepazeliği halkın diline düşmüştü. Sokaklarda kaldırım kabadayılığında ve meyhane kavgalarında bire bir olan bu azgınlar, savaş alanlarında düşmana tüfek atmadan kaçarlar ve kimi zaman ordugâhın yağmasına önayak olurlardı. Hatta bunlardan bazıları memleketlerinden hemşerileri gelince ‘Gel, yoldaşım seni yeniçeri yazdıralım’ diye adamı bağlı oldukları ortanın (bölüğün) kışlasına götürüp eline orta subaylarının mührü ile bir ‘Safe belgesi’ verirlerdi; bu belgede: ‘Biz ki yeniçerileriz, Hacı Bektaş Veli Pirimiz, erenler, evliyalar destgirimizdir. Kırılmakla bitmeyiz, birimiz eksilirse binimiz türer’ yollu laflardan sonra ‘Filan oğlu filan, orta’mıza giyinik bıraktı ve ocağımıza dühule talip oldu. Biz de Ocağı Âmire’nin usulü üzere eline işbu safe tezkiresini verdik’ diye yazılı idi.”

Görüldüğü gibi hem toplumsal alanda hem de askeri usul ve teamülleri alanlarında yeniçerilerin kendi menfaatlerinden başka göz önünde bulundurdukları bir şey yoktu. Bunların hemen hemen hepsi kapıkulu askeri olmanın verdiği avantajlardan da rahatlıkla yararlanmalarının yanı sıra ne askeri eğitimlere katılıyorlar ne de sefer zamanı ordunun yanında yer alıyorlardı. Bu durumun farkında olan halk ise olan bitenden oldukça rahatsızdı. Bu rahatsızlığını yüksek bir sesle dile getiriyor, ocağın mensuplarına karşı bir takım önlemlerin alınmasını istiyordu. Ve bu olayların sonucunda Nizamı Cedid, daha sonraları Sekbanı Cedid, Eşkinci denemeleri ve nihayet Vak’ayı Hayriye ile Asâkiri Mansûrei Muhammediyye bu zeminin üzerine bina edilmişti.

Meydana gelen bu olaylar sonrasında III. Selim, orduda bir yenilenmenin artık kaçınılmaz olduğuna kesin kanaat getirmişti. Fakat söz konusu yenilenme ocağın toptan kaldırılması gibi bir şey olamazdı. Zira bunun gerçekleştirilmesi olanaksızdı. Yeni bir ordunun kurulması ile birlikte bu ordunun ıslahı fikri gündemdeydi. Kurulacak olan yeni ordu için ise tamamen Avrupa standartlarında ve Avrupa’dan getirtilen eğitimciler aracılığıyla eğitilmiş askerden teşekkül ettirilmesi konuşuluyordu. Osmanlılar açısından bu süreç, paradoksal olarak siyasi emelleri itibariyle bir yandan Avrupa’yı devletin bekasına yönelmiş bir tehdit kılarken, diğer yandan kurtuluşunu sağlayacak askeri reformlar konusunda onu hem model hem de reform programını tatbik edecek uzman personelin kaynağı haline getirdi ki bu konuda çalışmalara hızlı bir şekilde başlanılmıştı.

Avusturya ve Rusya ile barış anlaşmaları imzalandıktan sonra sadrazam komutasındaki ordu İstanbul’a döndüğünde, III. Selim aklındaki konuyla ilgili çalışmalara hızla başlamış, ilk işi, devletin ileri gelenlerine mevcut durum ve çözümü hakkında bazı layihalar hazırlatmak olmuştu. Layihaların hemen hemen hepsinin Avrupa’dan eğitici askeri uzman getirtilmesinin gerekliliği hususunda birleşmesi üzerine, Avrupa’dan Sadrazam Koca Yusuf Paşa tarafından getirtilen ve Avrupa askeri disiplini ve eğitimini verebilecek kişiler ülkede istihdam edildi. Ordunun ıslahı hakkında yapılan görüşmeler neticesinde, Levent Çiftliğinde az sayıda nefer toplatılarak; bunların bu yabancılar tarafından eğitilmesine karar verildi ve tatbikine girişildi. Böylece talimli askerin çekirdeği kurulmuş oldu. Daha sonra bu eğitimli askerlerin işlerini yönetmek amacıyla “Talimli Asker Nezareti” unvanı ile bir nezaret ihdas edilerek, buraya Mustafa Reşid Efendi (Çelebi) tayin edilmiştir. Padişah “Nizamı Cedid”in başlı başına bir askeri ocak olmasını ve buna yeniçerilerden genç olanlarının girmesini istemesine rağmen yeniçeriler bunu reddetmiş, devlet adamları ise Yeniçeri Ocağı’nın dışında bağımsız bir asker ocağının kurulmasını çok tehlikeli bulmuşlardır. Yeniçerilerin kıskançlık sebebiyle isyan ederek bütün planları altüst etmeleri ihtimaline karşı “Nizamı Cedit”, bostancı ocağına bağlı, bostancı tüfekçisi ocağı şeklinde kurulmuştur.

Yukarıda bahsedilen bazı olumsuzlukların yanı sıra, yeni askerlik yöntemlerine göre yetiştirilecek olan bu orduya gerekli olan yabancı subayları getirtmek, yerli fen subaylarını yetiştirmek, dışarıdan alınması gerekli silahları, mühimmatı getirtmek, içerde yapılabilecek olanlar için işyerleri açmak, bunlar için gerekli ham ve işlenmiş maddeleri sağlamak, yeni kışlalar yaptırmak, fen subayı eğitimi yapan okulları genişletmek, yenilerine açmak, eğitim için gerekli kitapları Fransızcadan çevirtmek ya da yazdırtmak Nizamı Cedid reformlarının başlıca başarıları olmuştur.

Kurulmuş olan bu yeni ordunun mali açıdan desteklenmesi hususuna gelindiğinde ise, bu noktada mevcut bütçenin oldukça yetersiz kaldığı görülmektedir. Nitekim, geleneksel örgütlerden birinin yerine bir yenisini koyma kararını almış olan devlet, bu masraflı işlere girişeceği bir sırada çok kritik bir ekonomik bunalım, mali sıkıntı içine girmiş bulunuyordu. Devletin dış ülkelerle savaş halinde olması bu durumun temel nedenlerinden biriydi. Söz konusu ekonomik sıkıntıyı gidermek için çeşitli önlemler alınmaktaydı fakat bu önlemler yeterli gelmiyor ya da sonuç vermiyordu. Bu önlemlerden biri “müsadere” usulüdür; öteki bir çeşit iç borçlanma girişimi olurken, üçüncüsü bir çaba (iane) yardım toplama oldu. Bu yöntemler de yeterli gelmeyince dış ülkelerden borçlanma yoluna gidilmiş ancak olumsuz sonuç alınmıştır. Sonuç olarak bu ordunun bütçesini sağlamak için yeni bir çare bulunması gerekiyordu. İşte bütün bu durumlar teker teker sıralanmış ve İradı Cedid adıyla, devletin kendi topraklarından ve onlara bağlı uygun yerlerden toplanacak bu gelir için yeni bir hazine kurulması gündeme gelmiştir. Devletin zaten gelirleri, masraflarına yetmediğinden yeni ordunun masrafları için mutlaka yeni bir gelir kaynağı bulmak gerekiyordu ki bunu sağlamak için 1793’te İradı Cedît Hazinesi adı altında ayrı bir hazine kurulmasına karar verildi. Reform giderlerinin karşılanması amacıyla özellikle bütün timar gelirlerinin zamanla tamamen hazineye intikalini ve dolayısıyla sistemin tasfiyesini öngören bir uygulama içine girilmiş, yıllık geliri 30 keseden yüksek olan mukataalar satışa çıkarılmayarak yeni hazineye devredilmiştir. Bu masraflara, Harameyn mukataaları müstesna, darphanece tutulan mukataalar da tahsis edilmiş, daha önceleri konmuş olan zecriye resimleri (kahve, tütün ve alkollü içkiler üzerine konan resimler) ve pembe (pamuk) resmi gelirleri de eklenmiştir. Bu ve bunun gibi birçok alandan toplanan gelirle İradı Cedit Hazinesi ciddi bir meblağa ulaşmıştır. Fakat yeni kurulan ordu mevcudunun zaman içinde yüksek sayılara erişmesinin, Anadolu ve Rumeli ahalisinin üstündeki yükü arttırdığı, halkın ağır vergi altında ezildiği ve ordudaki sayısal artışın ağır maliyetinin karşılanması büyük ölçüde timar ve zeametlere el konulmasıyla sonuçlandığından bu olayların geniş kitlelerin hoşnutsuzluğuna yol açtığı kayıtları önem taşımaktadır.

Bütün bu zorluklara rağmen Nizamı Cedid Ordusu’nun kurulmasıyla, devlet teşkilatında aynı işi yapan iki askeri sınıf ortaya çıkmış ve bunlardan biri İstanbul’a birkaç vilayette kurulan, padişahın gözdesi ve devletin bütün imkânları emrine verilen Nizamı Cedid Ocağı, diğeri ise çok köklü, ülkenin her tarafına yayılmış bir müessese olan ve zamanla işlevini kaybetmiş olan Yeniçeri Ocağı olmuştur. Bu iki yapıdan ilki, kendisini Avrupa eğitim sistemine göre yetiştirmiş talimli askerlerden oluşmuşken, ikincisi neredeyse askerlik görevini unutmuş bir konumdaydı. Yeni oluşturulmuş olan askeri birliklerin askeri eğitimde göstermiş oldukları çaba, kısa zamanda Osmanlı Devleti’nde disiplinli askeri birlikler sağlamıştır.

Askeri alanda yapılan diğer ıslahatlara bakıldığında bu noktada III. Selim’in özellikle humbaracı, lağımcı ve topçu ocaklarının yenilenmesine ayrı bir önem verdiği görülmektedir. Söz konusu ocaklar Osmanlı Devleti adına oldukça büyük bir önem arz ettiği için bunların yenilenmesi hususuyla ayrıca ilgilenilmiştir. Nitekim yeni askerlerin düzenini ve çalışmalarını devamlı takip eden III. Selim, vezirine yazdığı bir fermanda: “ Benim Vezirim, dünkü tertip hünerini gördüm, lâkin geceden berü mülahaza ediyorum o kadar orduda tertîb olunan top ve havan azdır. Zirâ muhârebe olunacak kâfir, tâlimli asker ve techîzâtla müretteptir…”, diyerek askeri ocaklarda üretilmesi gereken top ve diğer teçhizatların önemine işaret etmiştir.

Yenilenmesi düşünülen sınıflardan olan Topçu sınıfı, Osmanlı devletinde top kullanan kapıkulu sınıfı olarak işlev görmekteydi. Bu sınıfın devletin güvenliğini korumada ve savaşlardaki kazanmakaybetme durumunda oldukça önemli bir rolü vardı. Humbaracı Ocağına geldiğimizde ise, III. Selim’in bu sınıfa özel olarak ilgi gösterdiğini görmekteyiz. Nitekim bu sınıf, savaşlarda en önemli işlevlerden birini yerine getirmekteydi. Bundan dolayı ciddi anlamda önem arz etmekteydi. ‘Humbara’ ve bunun halk ağzındaki şekli olan ‘kumbara’ ‘el bombası’ anlamına gelmektedir. Humbaracılar harpte ateşlemeler için önemli bir grup olmalarına rağmen, bu sınıfta da zamanla nizamlarına itina gösterilmediğinden topçularda olduğu gibi suiistimaller oluşmuştur. Dolayısıyla bu sınıfın da Nizamı Cedid kapsamında yenilenmesi kaçınılmaz olmuştur.

Selim döneminde ıslahı düşünülen bir diğer sınıf olan lağımcılar sınıfı ise bir istihkâm sınıfıdır. Lağım, yer altı ve kale muharebelerinde açılan tünellere verilen isimdir. Daha önce lağımcılar sınıfı için hazırlanan kanunnameler, bunların matematik öğrenimi görmüş ve istihkâm fennine ait bilgileri edinmiş olmalarını gerektiriyor ve lağımcı kadrolarına ehil olanların getirilmesi şartı öne sürülüyordu. Selim, bu sınıfın da tıpkı humbaracılar sınıfı gibi güçlü ve dinç olmasını istediği için, bu sınıf için de belli başlı esasları içeren kanunnameler oluşturmuştur. Bu kanunnameler 1793 yılında düzenlenmiş olan bir nizamnamede belirlenmiştir.

Şuheda Gençe

SAMER

Rate this post
Haber Oku
Tidings Globe