“Andolsun biz, Nuh’u kendi kavmine peygamber olarak gönderdik de, ‘Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin O’ndan başka hiçbir ilahınız yoktur. Allah’a karşı gelmekten hâlâ sakınmaz mısınız?’ dedi.” (Mü’minûn, 23/23)
Nuh Peygamber bir köşede ağlamaklı, Rabbine dua ediyordu: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma” diye (Nuh, 71/26). Bu noktaya nasıl ge-linmişti? Bir Peygamberin sabrını taşırmak nasıl mümkün olmuştu? Hâlbuki Nuh gece gündüz kavmine Allah’ı anlatmış, ‘onlar azaba uğramasınlar’ diye Allah’a el açıp yakarmıştı (Nûh, 71/5). Fakat yüce Allah, “Zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır” (Mü’minûn, 23/27) diye emrettikten son-ra Nuh Peygamberin “Ey Rabbim! Ben yenilgiye uğradım, yardım et” demekten başka çaresi kalmamıştı (Kamer, 54/10).
Nuh kavmi, Fırat ve Dicle arasındaki Mezopotamya’da Bakır Çağından Tunç Çağına geçildiği bir dönemde, tarım ekonomisine dayalı zenginliğin zirvesindeydi. Belki de Kur’an’ın, Nuh’un yaşıyla ilgili verdiği ‘bin yıldan elli yıl eksik açıklaması’ bu döneme bir gönderme yapmak için (Ankebût, 29/14). Buna uygun olarak arkeo-loglar Nuh kavminin yaşadığı dönemin milattan önce dört bin beş yüz ile üç bin beş yüz yılları arasında olduğunu söylüyorlar.
Bereketli Hilâl denilen topraklarda hurma ağaçları, hububat ve bakliyatın her türlüsünü yetiştiren, ırmak ticareti ile dışarıdan metal ve taş ithal eden Nuh kav-mi, şehirlerinde gösterişli tapınaklar yapıyor, tapınakların çevresinde tahıl ambar-ları inşa ediyordu. Tapınaklarda, putları Ved, Suvâ, Yagûs, Ya’ûk, Nesr’e kurbanlar kesiyorlar, bunlara saygı gösteriyorlardı. Bu putlardan bazısı erkek, bazısı kadın bazısı da hayvan şeklinde yapılmıştı. Zenginlik ve refahın şımarttığı insanlar her türlü günahı, fütursuzca işliyorlardı. Nuh’un kavmi, torunları Ad ve Semûd’dan da azgındılar (Kamer, 54/52).
Şehirlerde dokumacılık ve zanaatkârlığın pek çok çeşidi ilerlemişti. Tüccarlar, şehirlerin zenginlerine ürün yetiştiremez olmuşlardı. Zenginler, lüks ve eğlencede sınır tanımıyorlardı. Ne hazin ki, bunca zenginliğe ve israfa rağmen servet sahipleri fakirlere ve yoksullara yardım etmiyor, onları aşağılıyorlardı (Hûd, 11/29).
Bütün bu şımarıklıkların ve çarpıklıkların ortasında, Nuh Peygamber, gece gün-düz kavmine Allah’ı anlatıyor, onlara, ilah edindikleri putların hiçbir faydasının ol-mayacağını söylüyordu (Nûh, 71/5). Kavmi ona kızıyor, onu sapıklıkla (A’râf, 7/60), delilikle (Kamer, 54/9), cinnet geçirmiş olmakla (Mü’minûn, 23/25) suçluyor, ‘Sen melek değil, bizim gibi bir insansın’ diyorlardı (Hûd, 11/27; Mü’minûn, 23/24). Onlar, canla-rı fena hâlde sıkılmış bir vaziyette ‘putlarımıza dokunma diyorlardı’ (Nûh, 71/23). Ona inanan ve sayıları fazla olmayan güçsüz insanlardan da rahatsız oluyorlar, ‘Şu toplumda ezilmiş, fakirlere de fazla yüz verme’ diyerek tepki gösteriyorlardı (Hûd, 11/29). Nuh kavmi bununla da kalmayıp Allah’ın Peygamberine ‘Seni taşlayarak öl-dürürüz’ diye tehditler yağdırıyorlardı (Şuara, 26/116). Peygaberle küstahça alay et-meleri de cabasıydı (Hûd, 11/32).
Allah, Nuh Peygamber’e kavmi için üzülmemesini söylemişti. Fakat Nuh bir peygamberdi. Onlara, içten içe ağlıyordu. Bir taraftan da Allah’ın yapmasını emret-tiği gemiyi inşa ediyordu (Mü’minûn, 23/27).
Geminin tahtaları, çivi ve halatlarla bağlanmıştı. İnsanları kurtuluşa erdirecek gemi, Mezopotamya’nın başına geleceklerin canlı bir tanığı olarak, omurgası, ıskar-mozları, pruvası ve direkleriyle ortaya çıkmıştı. Tunç çağı pek çok hayvan ve bitki türünün evcilleştirildiği bir çağdı. Nuh Peygamber ilahî emir gereği bölgede yaşayan canlıları çifter çifter gemiye yükledi (Mü’minûn, 23/27). Nihayet inananlar gemiye bin-diler. Ama Nuh Peygamber üzgündü. Bu sefer üzüntüsü hanımı ve çocuğu içindi. Onlar da Nuh’u yalanlamışlardı (Tahrîm, 66/10). Nuh Peygamber baba şefkatiyle oğ-luna “‘Yavrucuğum, bizimle beraber sen de bin (gemiye), inkârcılarla birlikte olma’ diye seslendi. Oğul, ‘Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım’ dedi. Nuh Peygamber ‘Bugün Allah’ın rahmet ettikleri hariç, Allah’ın azabından korunacak hiç kimse yoktur’ dedi. Derken aralarına dalga giriverdi de oğlu boğulanlardan oldu.” (Hûd, 11/42-43)
Nuh Peygamber, nihayetinde bir babaydı, yüreği yanıyordu. Rabbine, ‘Ne olursa olsun, o benim evladımdı’ dedi. Özel bir af, bir mağfiret olamaz mıydı onun için?’ Yüce Allah ‘Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir’ diye buyurdu. Nuh’un oğlu bir peygamber çocuğu olsa da özel bir muamele yapılamazdı ona. Çünkü Nuh’un oğlunun ameli güzel değildi (Hûd, 11/45-46). Nuh’un oğlu da diğer geride kalanlarla birlikte boğulup gitti (Şuara, 26/120).
Tufan günü sanki gök yarılmış, toprak patlamıştı. Yerin her yerinden kaynak su-ları fışkırmaktaydı (Hûd, 11/40). Sular deltada metrelerce yükselmiş, başta en gözde tanrıları Ved olmak üzere, Nuh kavminin bütün putlarını, tapınaklarını, tahıl am-barlarını, evlerini, meyhanelerini, inançsızlarla beraber yutmuştu.
Bütün Dicle ve Fırat deltaları sular altındaydı, şimdi. Her yeri moloz kaplamıştı. Selin getirdiği mil tabakası, sanki Tufandan önce yaşamışlarla Tufandan sonra yaşa-yanların arasına kalın bir duvar örmüştü.
Bütün bunlar olurken, Nuh’un Gemisi Tufanın sularını, köpük anaforlarıyla çal-kalıyordu. Müminler geminin küçük pencerelerinden suyun, mağrur kentleri yutu-şunu, kibirli ve acımasız hemşehrilerinin yok oluşunu seyrediyorlardı. Nihayet gemi Cudi’ye oturdu (Hûd, 11/44). Müminler bereketli topraklara salimen ayak bastılar. Çünkü onlar Nuh’a inandılar, Allah’a iman ettiler (Hûd, 11/48). Ya ötekiler?
Nuh’a inanmayanlar, boğulduktan sonra bazalt, kireç taşı ve balçığın altında, inançsızlıklarıyla ve kibirleriyle kaybolup gittiler. Onlar kıyamete dek, insanlığa ibret levhası olmaya devam edecekler. Dahası can yakıcı bir azap onları bekliyor (Furkân, 25/37). Bize düşen, höyükleri açarak yaşanmış olayları aktaran Kur’an kıssa-larından ibret alıp, hayırla yâd etmek bu büyük peygamber’i.
O halde ‘Âlemlerin içinde selâm olsun Nuh’a!’ (Saffât, 37/79).