“O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar! Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.” (Şuara, 26/88-89)
Gerek bu ayette ve gerekse Kur’an’ın bütününde ve sahih hadislerde, âhiret inan-cına ısrarla vurgu yapılmasının sebebi; yetkilerimizi ve bize verilen nimetleri doğru şekilde kullanmamız gerektiğini zihinlerimize iyice yerleştirmektir. Çünkü ahirette geçerli olacak ve bize fayda sağlayacak olan tek şey, başta imanımız olmak üzere İslam’ın yapılmasını emrettiği güzel amellerimizdir.
Dünya nimetleri biz müminler için yaratılmıştır (A’râf, 7/32). Bu sebeple Dinimiz meşrû yollardan mal edinmemize ve çocuk sahibi olmamıza karşı çıkmaz ve bunlara bir sınır da getirmez. Fakat Allah’ı bırakıp bunları kurtarıcı edinmemizi de kabul etmez.
Mallarımız ve çocuklarımız imtihan araçlarıdır. Önemli olan bunları, verenin isteği doğrultusunda, yerli yerince kullanmamızdır. Yüce kitabımız Kur’an’da bunların “Dünya hayatının ziyneti” (Kehf, 18/46) olduğu bildirilmiş, “mal ve çocuklarının müminleri Allah’ı anmaktan alıkoymaması istenmiş” (Münâfikûn, 63/9) ve “eşlerin ve çocukların bir kısmının insana düşman olabileceği” bildirilmiştir (Tegabün, 64/14-15).
Yüce kitabımız Kur’an’da ve sahih hadislerde ayrıca dünyaya aşırı düşkünlük göstermemizin tehlikelerine ve dünya hayatının varlık sebebi olan “ebediyet sınavı-nın” icaplarından olarak, biz insanlara bazı şeylerin cazip gösterildiğinden bahsedi-lir. Dünya hayatının fâni, mal ve evlatların da bu dünyanın süsü olduğu Kur’an’da bildirilip, asıl kalıcı ve hayırlı olanın imanımız ve salih amellerimiz olduğu hatırla-tılır (Kehf, 18/46).
Yunus Emre bu hususu;
“Mal sahibi mülk sahibi,
Hani bunun ilk sahibi;
Mal da yalan mülk de yalan,
Var biraz da sen oyalan” diyerek ne de güzel özetlemiştir.
Dinimizde kalbin de çok önemli bir yeri vardır. Cennet kapısını açacak anahtarı-mız olan “imanımız” kalbin tasdikinden ibarettir. Bütün ibadetlerimizin temeli olan “niyet” de kalpte gerçekleşir ve ibadetlerimize, “niyetimizin sırf Allah için olması” hâlinde sevap verilir (Buhârî, “Îmân”, 41; Müslim, “İmâret”, 155).
Kalbimiz, Rabbimizin çok değer verdiği, devamlı surette bakıp kontrol ettiği (Müslim, “Birr”, 33) bir merkezimizdir. Bu sebeple onu kötü duygulardan arındırma-mız, dinin tavsiye ettiği güzel hâl ve davranışlara sahip kılmamız gerekir.
“Kalb-i selîm”; küfür, şirk, şüphe, cehalet ve kötü huylardan arınmış, iman esas-larına samimiyetle inanmış, sünnete gönülden bağlı, bidatlerden uzak duran, mal ve evlât sahibi olduğu için şımarmayan, bir kalp demektir.
Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
“…Şunu iyi bilin ki, insan bedeninde küçücük bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi, kötü olursa bütün beden kötü olur. Dikkat ediniz, o kalptir.”
Rabbimizin huzuruna “kalb-i selim” ile çıkabilmeyi başardığımız takdirde; “Ey huzur içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön! (İyi) kul-larımın arasına gir. Cennetime gir.” (Fecr, 89/28-30) hitabı bizleri beklemektedir.
Tekrarı olmayan ebediyet sınavımızda başarılı olabilmemiz için, her davranışı-mızda dünya-âhiret dengesini korumamız ve bunun sonucu olarak Allah’a selim/ arınmış bir kalp ile kavuşmamız şarttır. Zira bu ayetle birlikte başka ayetlerde de (Sâffât 37/84; Kâf, 50/33) vurgulandığı gibi; “Allah’ın huzuruna selim/arınmış bir kalple çıkmaktan başka hiçbir şeyin faydası yoktur.”
Bağdatlı Ruhi bu ayeti şiir diliyle şöyle ifade etmiştir: “Sanma ey hace ki senden zer u sim isterler, Yevme la yenfeu’da kalb-i selim isterler..!”
Yani, “Zannetme ki, ahiret gününde senden altın ve gümüş isterler, o gün senden kalb-i selim isterler!”