Değerler öğrenilebilen ve öğretilebilen kavramlardır. Çocuklar yaşamlarının ilk yıllarında değerleri ailelerinden, akranlarından, bakıcılarından, oyun gruplarından, yaşadıkları çevreden, medyadan ve çevrelerindeki diğer kurumlardan öğrenmeye başlarlar. Değerler eğitimini başlangıcı ve en etkili olduğu yer ailedir. Anne-baba ve diğer aile büyüklerinin kuralları sayesinde çocuğun vicdanı oluşmaya başlar. Bu sebeple aile iyinin, güzelin doğrunun, kutsalın fark edilip öğrenilmesinde ve içselleştirilerek benimsenmesinde en etkili kaynaklardan biridir. Çocuklar sahip oldukları kaynakları bağımsızca yönetebilme yeteneğini kazanıncaya kadar, ailesinin sahip olduğu değerlere bağlı bir hayat sürdürür. Bunun yanı sıra çocuğun ailesinden öğrendiği pek çok davranış kalıbı ve kurallar hayatı boyunca ona ışık tutar. Ancak zamanımızda baş döndürücü bir şekilde gerçekleşen hızlı değişimler, ailenin bu işlevini sekteye uğratmıştır. Çocuğun sağlam bir karakter geliştirebilmesi aile ve toplumun değerlerinin birbiri ile tutarlı ve birbirini tamamlayıcı nitelikte olması gerekir. Günümüzde ise bunun aksine pek çok zıtlık, çelişki ve boşluk vardır. Ayrıca aile yapısının değişmesi, annenin çalışma hayatına girmesi, aile üyeleri arasındaki paylaşım ve iletişim problemlerinin artması, boşanma vakalarının artması gibi pek çok sebepten dolayı ailede çocuklara yeterli bir şekilde değer eğitimi verilememektedir. Bu bağlamda düşünüldüğünde, geçmişte ailenin yerine getirdiği değerler eğitimi sorumluluğunu okullar üstlenmek zorunda kalmıştır. Günümüzde bireyler zamanlarının büyük kısmını okullarda geçirmektedir. Kreş ve anaokuluna başlama yaşı 3-4 yaşa kadar inmiştir. Erken yaşlarda okula başlayan çocuklar erken yetişkinlik dönemine kadar (22-24 yaş) eğitim-öğretim hayatını okullarda sürdürmektedir. Özetle, ailenin çocukların değer eğitimindeki sorumluluğunu hakkıyla yerine getirememesi, okullarda değerler eğitiminin gerekliliğini ve önemini artırmıştır. Nitekim toplumda her şey ihtiyaçtan doğmaktadır. Bu sebeple de okullarda değerler eğitimine yer ver vermesi toplumun bu ihtiyacını karşılaması adına önemlidir.
EyreveEyre, değerler eğitiminin gerekçelerini şu şekilde sıralamıştır: Değerler gelenekseldir, ailelerimiz bizlere değerleri öğretmek için çabalamıştır, değerler inançlarımızdır, doğrulardır, değerler toplumumuzu güvenli ve işlevsel kılar. Çalışmalar değerlerin ve ahlak yönelimli davranışların çocukların bağımsızlık, otonomi ve güven duygularını geliştirir. Değerleri çocuklarımızın mutluluğu için en önemli ve etkili unsurdur.Hökelekli’ye göre de toplumsal huzurun ve bütünlüğün sürdürülebilmesi için değerlerin yeni nesillere aktarılması zorunluluktur. Bu sebeple, eğitim toplumun ortak değerlerini yeni yetişen nesillere aktarmayı ve öğretmeyi amaçlamalıdır. Ayrıca değişen değerlerin yerine uygun olan yeni değerler koymayı başarabilmelidir.
Günümüzde yaşanan şiddet olaylarının sıklığı, artan yolsuzluklar, kapkaç olayları vb. toplumlarda temel değerlerin kaybolmakta olduğunun göstergeleridir. Bundan dolayı temel değerlerin daha çok gündeme getirilmesine ve toplumda bu değerleri sergileyen insanların sayısının artmasına daha çok ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ise ancak topluma her gün yeni bireyler kazandıran okullarda bu değerlerin öğrencilere benimsetilmesi ile sağlanabilir.
Dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi ülkemizde de yaşanan toplumsal ve ekonomik değişimler toplumun değer sistemine yansımakta; teknolojiyle beraber yaşam koşullarında meydana gelen değişimler insanları bazı değerlerden uzaklaştırmış; değer yargılarında ciddi bir yozlaşmaya yol açmıştır. Zira insanlar internet teknolojileri vasıtasıyla dünyanın öbür ucundaki insanlarla iletişim kurarken, aynı apartmanı paylaştığı komşuları ile hiçbir bağ kurmamaktadır. Şiddet ve saldırganlık, hoşgörüsüzlük, haksızlık, egoistlik, sevgi eksikliği bir kartopu gibi artarken; insanlar kendi yalnızlıklarına doğru sürüklenmektedir. Günümüzde toplumunun yaşamış olduğu değer bunalımı, kişileri tercih yaparken kendi başlarına bırakmak gibi çok sıkıntılı bir sürecin içine sokmuştur. Bu durum çocuk ve gençlerin sağlam bir karakter geliştirebilmeleri için okulların daha fazla sorumluluk yüklenmelerini zorunlu hale getirmiştir. Tüm kademelerdeki eğitim kurumları öğrencilerine sağlıklı tercihler yapabilmeleri adına fırsatlar oluşturmalıdır. Okulların etki alanlarının geniş olmasına bağlı olarak değerler eğitiminin etkili ve sistemli olarak yürütülmesi önem kazanmıştır.
Çağdaş yaşamın önem verdiği pek çok konu vardır. Başta akademik başarı olmak üzere, saygılı olma, dürüstlük, rahat iletişim kurma, insan ilişkilerine önem verme, nezaket kurallarına uyma, temizlik, düzen, iş disiplini vb. kavramlar da ön plana çıkmaktadır. İnsan bir bütün olarak değerlendirilmekte, insanı insan yapan niteliklerin geliştirilmesi için çabalanmaktadır. Bu amacı gerçekleştirebilmek için okulların sahip olduğu konum ihmal edilemeyecek kadar önemlidir. Örgün eğitim kurumları olan okullar, pek çok niteliği sayesinde yaygın eğitim kurumlarından ayrılır. Bu ayrımın yapılma sebebi okulu daha iyi tanımlamak ve onunla daha yakından ilgilenmek içindir.
Eğitimcilere göre öğrenme üç boyutta gerçekleşir. Bunlar;psiko-motor, bilişsel ve duyuşsal boyutlar şeklinde kategorize edilebilir. Psiko-motor boyut bireylerin eylemlerini ve hareketlerini kapsayan davranışları ifade ederken, bilişsel boyut bireylerin zihninde var olan bilgileri ifade etmektedir. Duyuşsal boyut da insanların davranışlarının altında yatan duyguları kapsamaktadır. Bean,eğitimin duyuşsal boyutunun toplumsal ve kişisel gelişimle ilişkili olduğuna dikkat çekmiştir ve eğitim programlarının duyuşsal boyutunu oluşturan öğelerin inançlar, değerler, etik, ahlak, sosyal eğilimler, beklentiler, tutumlar ve takdir duyguları olduğunu ifade etmiştir. Jarolimek ise bazı bilimlerin, değer, inanç, tutum gibi psikolojik yapıların bazı yönlerini ve karakter gelişimini eğitimin duyuşsal boyutu içerisine dâhil etmiştir. Bacanlı’ya göre ise duygular, inançlar, tercihler, seçimler, beklentiler, değerler, ahlak, takdir duyguları ve tutumlar insanoğlunun duyuşsal yönünü oluşturan öğelerdir. Duyuşsal eğitim bu öğelerin tümüyle doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkilidir.Sarı’ya göre, eğitimin temel amacının, insanların kalbini, zihnini ve ellerini özgürleştirmek ve olgunlaştırmak olduğu göz önüne alındığında,bu üç boyutu dengeli bir şekilde gerçekleştirmesi mecburiyeti ortaya çıkmaktadır. Bu mecburiyet hem birey hem de toplum açısından önemlidir.
Demokratik toplumlarda, eğitim kurumları bilişsel hedeflere ulaşmak için çabalamasının yanı sıra, aynı ölçüde insanı diğer varlıklardan üstün kılan değerleri öğrencilere benimsetme anlayışına sahip olabilmek için de çaba göstermelidir. Eğitim kurumlarının değerlerden soyutlanarak tamamen teknolojik olanaklardan faydalanmaya çalışması ya da alışılagelmiş, geleneksel değerleri takip etmesi değer karmaşasına sebep olacaktır.Eğitimin, asgari olarak iyi bir hayat, iyi bir insan ve iyi bir toplum oluşturmak adına gösterilen kısmi bir çaba olarak görülmesi gerekir. Değerlerden soyutlanmış bir eğitim sisteminin görevlerini tam anlamıyla yerine getirdiğini söylemek mümkün değildir.
Yazıcı da aynı şekilde eğitim sürecinde öğrencilere sadece bilişsel ve psiko-motor becerilerin kazandırılmasına karşıdır. Çünkü böyle bir anlayış toplumdaki bireylerin değer, tutum gibi hayati öneme sahip duyuşsal becerileri kazanamamalarına yol açacaktır. Eğitimde duyuşsal boyutun göz ardı edilmesi, bireylerin sahip olduğu potansiyelin yadsınmasına sebep olacaktır. Nitekim insanların başarılı olabilmesi sadece bilişsel ya da psiko-motor becerilere sahip olması ile mümkün olmaz. Duyuşsal boyutun göz ardı edilmesi ayrıca, toplumsal bütünlüğün sağlanmasını ve ortak hedeflerin belirlenmesini zorlaştıracaktır. Bu durum, okullarımızda değerler eğitiminin etkili ve sistemli bir şekilde yürütülmesinin gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Bu ise; ancak öğretmenlerin değerler eğitimi ile ilgili konuları ve kavramları içselleştirmesi ile mümkün hale gelir.
Akbaş değerler eğitiminin gerekçesini iki açıdan ifade etmiştir. İlk olarak, öğrencilerin ve bütün insanlığın yaşamından memnun olması ve daha karakterli bir hayat sürdürmesini sağlamaktır. Yetişkin bireyler yaşamın birtakım güçlükler, fırsatlar ve hatta trajedilerden oluştuğunun bilincindedir. Amaç, kişinin bu deneyimler aracılığı ile başarı ya da memnuniyete duygusunu hissetmesidir. İkincisi ise; toplumsal çevrenin iyiliğini artırmak için çaba göstermektir. Bu ise insanlar ve diğer varlıklar için sevgi ve şefkat duygularının temel alınması ise gerçekleşebilir. Aydın ise değerler eğitiminin gerekliliğini şu şekilde vurgulamıştır: Nihai amacı değerlere bağlı bir kimlik geliştirmek olan eğitim, bireyleri değerlerle donatmalıdır. Bireyler bu doğrultuda yetiştirildiğinde; aile, iş, okul, devlet ve sosyal kurumlar gibi bireyin içinde yaşadığı ortamlarda yüksek değerlerin yaygınlaşması mümkün olacaktır. Değerler eğitimi etkili ve verimli olduğu takdirde çocukların en iyi tarafı ortaya çıkacak, kişiliği tüm açılardan gelişim gösterecek, bireyler ve toplumu kötü ahlaktan uzaklaşarak güzel ahlakla donanacaktır.
Okullar toplumda içerisindeki tüm kurumlarla etkileşim halindedir ve hatta bu kurumları etkileme gücüne sahiptir. Şöyle ki; bireyler temel bilgileri ve davranış kurallarını okulda öğrendikten sonra sağlık, politika, hukuk, ekonomi gibi toplumun diğer kurumlarında faaliyet göstermeye başlar. Eğer bireyler okullarda insani değerleri ve toplumun ortak değerlerini öğrenmediyse çalıştıkları tüm kurumlar, toplum ve hatta ülke bundan olumsuz etkilenecektir. Dolayısıyla okullarda değerler eğitimi sadece eğitim kurumları açısından değil; ülke içerisindeki tüm kurumlar açısından gereklidir.
Yukarıda yapmış olduğumuz açıklamalar ışığında değerleri ihmal eden bir eğitim sistemi tahayyül etmek mümkün değildir. Pek çok araştırmacı değerler eğitiminin amaçlarına hizmet etmekten çok uzak olduğunu vurgulamaktadır. Bu sebepten dolayı en kısa zamanda harekete geçip, değerler eğitimi konusunda doğru ve kararlı adımlar atmaya ihtiyacımız vardır.
Bülent Dilmaç ve Zeynep Şimşir