“(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir. Sonra şüphesiz siz kıyamet günü Rabbinizin huzurunda muhakeme edileceksiniz.” (Zümer, 39/30-31)
Her canlı ölümü tadacaktır. Yüce Allah’ın bize verdiği hayat geçicidir. Allah’tan geldik ve neticede her birimiz tekrar O’na döneceğiz. İster inansın, ister inanmasın herkes, ölüm gerçeğini mutlaka tadacak ve kıyamet günü yüce Yaratıcının huzurun-da hesap verecektir.
İnsan hayatının farklı aşamaları vardır. Her insan doğar, büyür ve sonunda ölüm dediğimiz gerçekle karşılaşarak geldiği yere döner. Hayatımız, ölüm denen hakikate doğru durmadan akmaktadır. Kısa bir misafirliğin ardından, her gün binlerce insanı yolcu ettiğimiz ebediyet yurduna adım adım yaklaşıyoruz. Ölümle dünya hayatının perdesi kapanırken, kabir perdesi aralanır. Ardından ahiret kapısı açılacaktır. Peş peşe takip eden bu sahneler her insanın mutlaka karşılaşacağı yaratılış gerçeğinin farklı aşamalarıdır.
Ölüm, kişiyi yatağından ayırıp toprağa, dünyanın kalabalığından alıp kabirde yalnızlığa terk eder. Çoluk çocuğundan mahrum bırakıp toprağın kucağına iter. Ancak şunu unutmamalıyız ki hepimizin kapısını çalacak olan ölüm, bir son değil, yeni ve ebedî bir hayatın başlangıcıdır. İnsanlar belirli bir süre kabirde kalır daha sonra mahşer dediğimiz, kalpleri ürperten, nefesleri tüketen, renkleri solduran, ki-şiye en yakınlarını bile unutturan diriliş günü gelir. O gün, kişinin canından, malın-dan, yaptıklarından ve yapmadıklarından hesaba çekileceği gündür. O gün, küçük büyük demeden, dünyada işlenen her şeyin yer aldığı amel defterinin açılıp sahibine verileceği gündür.
Ahiret günü, herkes dünyada yaptığının karşılığını bulur. O gün, insanların kimi hazırlıklı, kimisi hazırlıksızdır. Hazırlıklı olanlar müminlerdir. Bu kimseler, dün-yada iman etmiş ve imanlarının gereğini yapmaya çalışarak Rablerini razı etmeye, Rablerinin rızası doğrultusunda bir hayat yaşamaya çalışmış kimselerdir. Hazırlıksız olanlar ise, dünya hayatında imandan yüz çeviren, Rablerinin rızasını kazanma gibi bir tutkuları olmayan, ahiret hesabı yapmayan kimselerdir. Her iki kesim de ame-linin karşılığını bulur. Neticede herkes, ne ekmişse onu biçecektir. O gün, orada herkes kendi hesabını vermek durumundadır. Müminler, kâfirler, haklılar, haksız-lar, zalimler, mazlumlar, zayıflar ve güçlüler birbirleriyle hesaplaşacaklardır. Herkes kendini haklı çıkarmaya çalışacak, neticede yüce Allah, hükmünü verecek, haklı olan haksız olandan ayırt edilecektir.
Kıyamet gününde gerçekleşecek bu hadiselerin Kur’an’da bize bildirilmiş olma-sından çıkaracağımız nice dersler vardır. Rabbimiz, bu ayetlerle kullarını ebedî ha-yata hazırlıyor. Dünya hayatının geçici olduğunu hatırlatıyor. Müminleri salih amel işlemeye teşvik ediyor. Herkesin kapısını çalacak olan ölümün, Hz. Peygamber de dâhil olmak üzere mevki, makam ve statüye bakılmaksızın herkesi teşmil edeceğine dikkat çekiliyor ve ölümden sonrası için hazırlık yapmamız isteniyor.
Ölüm hususunda insanlar müşterek olmakla beraber, ölümü karşılama ve al-gılama biçimi insanların durumlarına göre farklılık arz eder. Her şeyini dünyaya bağlamış, ahiret inancı taşımayan bir kimse için ölüm en büyük korku ve felakettir. Fakat Allah’a inanan ve bu doğrultuda yaşayan mümin için durum farklıdır. O, her ne kadar bir anlık dünyadaki sevdiklerinden ayrılma üzüntüsü taşısa da onun için ölüm, sevgiliyle buluşmadır, Rabbine olan vuslattır.
Ölümü düşünerek bundan ibret almalıyız. Zira öğüt verme açısından kişiye ölüm yeter. Bu manada kabirleri ziyaret etmek, İslam’ın geldiği ilk dönemde çeşitli mah-zurlar sebebiyle nehyedilmişken, tevhid inancı Müslümanların kalbine iyice yerleşip, İslam esaslarına bağlılık, Allah’tan başkasından yardım istememe ve yalnız O’na iba-det etme prensibi bütün inananların kalbinde kökleşince, teşvik edilmiştir. Peygam-berimiz (s.a.s) bu hususta, “Ben size kabirleri ziyaret etmeyi yasaklamıştım; artık ziyaret edebilirsiniz, çünkü bu, size ahireti hatırlatır.” (Müslim, “Cenâiz”, 106; Tirmizî, “Cenâiz”, 60) buyurmak suretiyle, kabirlerin ibret almak gayesiyle ziyaret edilmesinde bir sakınca olmadığını beyan etmişlerdir. Artık ölümden başka öğüt aramaya gerek var mı?
Neticede inansın veya inanmasın hiçbir canlının ölümden kurtulma imkânı ol-madığına göre, ölüme hazırlıklı olmalı, hayatımızı imanla, ibadetle, güzel ahlakla geçirmeye çalışarak Rabbimizi razı etmeye çalışmalıyız. Tutan ellerimiz tutmaz, yü-rüyen ayaklarımız yürümez olunca, nefeslerimiz tükenip dudaklarımız kapanınca artık ahiret için yapabileceğimiz bir şey kalmaz. O halde amel defterimizi salih amel-lerle doldurmaya çalışmalı ve hesaba çekilmeden önce nefsimizi hesaba çekmeliyiz.