“Biz, senden önce de hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedî mi kalacaklar? Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/34-35)
Yüce Allah, bizleri bu dünyada ebedî olarak kalmak için değil, imtihan ve kulluk için yaratmıştır. İmtihanın neticelenmesi, insanın ölüm dediğimiz gerçeği tatmasıyla mümkün olacaktır. Ölüm de, hayat gibi Allah’ın yaratmasıyla meydana gelmektedir.
Ölüm, görünüşte hayatımızın sona ermesi, cesedin dağılması, bedenin yok olması gibi düşünülse de o, bizim için yokluk, hiçlik değil, bir rahmet, nimet ve ebedî âleme açılan bir kapı/penceredir. Hepimizi, ölümden sonra sonsuza dek sürecek olan ebedî bir hayat beklemektedir. Bizler, misafir olarak gönderildiğimiz bu dünya hayatında yaptığımız her işten, söylediğimiz her sözden, kısaca tüm yaşadıklarımızdan ölümden sonraki hayatımızda/ahirette hesap vereceğiz. Bu nedenle ölüm ve ölümle başlayacak olan ahiret hayatına iyi hazırlanmalıyız.
Yukarıda zikrettiğimiz ayetler, bizim için hayatın en büyük gerçeğine, yani ölüme dikkatimizi çekmektedir. Beşerin ölümlü oluşu ve ölümün tüm yaratılmışlar için gerçekliği özellikle, bir peygamber bile olsa sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)’in ölümsüz olmadığı vurgusuyla hatırlatılmaktadır. Eğer ölümden kurtulan biri olsaydı, hiç şüphesiz sevgili Peygamberimiz olurdu. Allah’ın en sevgili kulu, peygamberler zincirinin son halkası, âlemlere rahmet olarak gönderilmiş, yaratılmışların en şereflisi, bir beşerin varabileceği en yüce mertebeye erişmiş Habibullah dahi öldükten sonra, kim bu ölüm gerçeğini değiştirebilir ve ölmeyecekmiş gibi davranabilir? Nitekim Allah Teala başka bir âyette Hz. Peygamber (s.a.s)’e hitaben, “(Ey Muhammed!) Şüphesiz sen öleceksin ve şüphesiz onlar da öleceklerdir.” (Zümer, 39/30) buyurarak, bu gerçeği açık bir şekilde ifade etmiş, ölüm ve ölümden sonraki hayat hakkında umursamaz tavır takınanlara, bu tutumlarının kendilerini hiçbir şekilde kurtaramayacağını haber vermiştir. Yine “Nerede olursanız olun, sağlam ve tahkim edilmiş kaleler içinde bulunsanız bile ölüm size ulaşacaktır…” (Nisa, 4/78) ayeti de, hiçbirimizin bu dünyada ölümden kurtulamayacağını bildirmektedir. Dolayısıyla Allah’ın koymuş olduğu bu genel kaideden hiç kimse kendisini hariç tutamaz.
Her gün binlerce insanın bu dünyadan ölümle başka bir âleme göçmesi, hepimiz için en büyük ibret ve etkili bir öğüttür. Ölümü düşünmek, bizim Yaratıcı ile olan bağımızı kuvvetlendirir. Bu hayatı anlamlı bir şekilde ve değerlendirerek yaşamaya, ömrümüzün muhasebesini yapmaya vesile kılar. Bize, dünya hayatının ve lezzetlerinin bir gün mutlaka sona ereceğini, zamanın kıymetini, ömrümüzün değerini/anlamını öğretir. Allah’ın bize ihsan ettiği sayısız nimetlere şükretmeyi, bir gün bunların elimizden gideceğini, kalben/gönülden bunlara bağlamamayı hatırlatır. Dünya ile ahiret arasında dengeli bir hayat yaşamamıza vesile olur. İyi bir insan ve iyi bir Müslüman olmaya, yararlı davranışlar yapmaya, kimseyi incitmemeye, iyilikte yarışmaya, barışa ve huzura götürür. Ölüm, kişiyi her türlü olumsuz alışkanlıklara sahip olmaktan ve nefsânî davranışları yapmaktan, geçici olan zevk ve eğlencelerin peşinden gitmekten alıkoyar. Bizi yalandan, hileden, aldatmaktan, fitneden, yetim malı yemekten, dedikodudan, cana mala, ırza namusa saldırmaktan korur.
Yaşamak kadar tabii ve gerçek olan ölümü kendimizden çok uzakta zannedersek bu âlemde gayesiz, hedefsiz ve sorumsuzca boş bir hayat yaşamış oluruz. Böyle yaparsak, dünyayı sadece yeme, içme ve eğlence yeri olarak kabul etmiş oluruz. Oysaki dünyada sadece bu anlayışa dayalı bir hayat, bizleri gerçek amacından saptırır ve her türlü kötülüğü işlemeye sevk eder.
Her geçen günümüz bizleri ölüme biraz daha yaklaştırmaktadır. Bu nedenle ölümü unutarak veya yok sayarak değil, aldığımız her nefesimizi ve içinde bulunduğumuz her anı, son olarak kabul edip, bilinçli bir hayat yaşamalıyız. Çünkü hayat, Allah’ın bize çok büyük bir hediyesidir. Sağlığımız, gençliğimiz, malımız, mülkümüz, ailemiz, kısaca sahip olduğumuz tüm servetimiz, bizlere bir emanet olarak verilmiştir. Bunlardan mutlaka hesaba çekileceğiz. Dünya hayatında sahip olduğumuz hiçbir şey, bize ölümü ve sonrasındaki ebedî hayatı/ahireti unutturmamalıdır. Nereye gitsek, neyin arkasına saklansak, hangi eğlenceye dalsak, onu unutmak için nelerle oyalansak netice yine de değişmeyecektir. Çünkü dünya hayatındaki her yol netice itibariyle ölüme çıkıyor. Bu nedenle sevgili Peygamberimiz bizlere şu çarpıcı uyarıyı yapıyor:
“Lezzetleri yok eden ölümü çok anın.” (Tirmizî, “Zühd”, 4)
Mademki ölüm, hepimiz için kaçınılmaz bir gerçek ise, bizi yoktan var eden ve kendisine kulluk için yaratan Rabbimize gönülden iman ederek, ibadetle bir hayat geçirmeli ve her an öleceğinin farkında olarak ahirete hazırlık gayreti içinde bir ömür sürmeliyiz. Bu durumda ölüm ebedî mutluluğun müjdecisi olup bizi cennete götürecektir. Aksi halde ölüm bizler için azaba açılan bir kapı olacaktır.
Netice olarak, hayatımız iyi ve kötü yönleriyle bir imtihan alanıdır. Sonunda her birimiz Hakk’ın huzuruna varıp hesap gerçeğiyle karşılaşacağız. Bu nedenle hesabını verebileceğimiz bir hayat yaşamak hedefimiz olmalıdır.