Aslen Kafkasya kökenli bir Türk olan Yüzbaşı Ömer Şevki Bey’in oğlu olarak, babasının görevi dolayısıyla bulunduğu Gönen’de dünyaya gelen Ömer Seyfeddin, ilköğrenimini bitirmeden buradan ayrılıp babasıyla Ayancık’a gitmiş, bir süre sonra da annesiyle İstanbul’a gelerek Aksaray’da bir özel okula verilmişti. Bir yıl sonra da (1893) oradan alınıp Eyüpsultan’daki Askerî Baytar Rüşdiyesi’ne yerleştirilen ve burayı 1896’da bitiren Ömer Seyfeddin, Edirne Askerî İdâdîsi’ne giderek buradan da 1900 yılında mezun olup İstanbul’a dönmüş ve Mekteb-i Harbiye-i Şâhâne’ye girmiştir. Aynı târihlerde ilk edebî uyanışı da başlamış ve ilk şiirleri Mecmuâ-i Edebiye’de yayınlanmıştır. N. H. Polat’a göre Bu mecrâda neşredilen ilk şiiri, “Çırpınırken bu ruh-ı mâ’sûmum / Ufk-ı üryân-ı infisâlinde / Bana bir ses, figân-ı nâlende / Ohh… Söyler ki şimdi mecruhum” mısrâlarıyla başlayan “Terâne-i Giryân”dır. Ayrıca, Harbiye’nin ikinci sınıfında iken yazdığı ilk hikâyesi “İhtiyarın Tenezzühü” de ilk şiirlerinden iki yıl sonra (1902) Sabah gazetesinde yayınlanmıştır.
1903 yazında Makedonya’da ortaya çıkan isyan hareketleri dolayısıyla henüz okulu bitirmeden son sınıftayken mezun edilerek Selanik ve Pirlepe’de görev yapan Ömer Seyfeddin, isyânın bastırılmasından sonra bağlı bulunduğu taburla Kuşadası’na dönmüştür. 1906’da İzmir’de yeni açılan jandarma er okuluna din öğretmeni olarak nakledilen Seyfeddin, bu esnâda İzmir’in edebiyat çevresi içinde üzerinde Ziya Gökalp kadar tesiri olacak Baha Tevfik ve dilde Türkçülük çalışmalarının ilk mümessili olan Necip Türkçü gibi isimlerle tanışma imkânı bulmuş, 1909 başlarında tekrar Makedonya’ya gönderilmiş ve Serez mutasarrıflığı içerisindeki Yakorit köyünde bir sınır karakolunda görevlendirilmiştir. Otuzbir Mart hâdisesi üzerine Hareket ordusu ile İstanbul’a gelen büyük öykücümüz tekrar Selanik’e dönünce İttihat Terakki çevreleriyle ilişki kurarak, Hüsn ve Şiir dergisinin Genç Kalemler adıyla yeniden örgütlenmesinde yer alıp, Nisan 1911’de Genç Kalemler dergisinde “Yeni Lisan” hareketini başlatarak edebiyat târihimizde kendisine çok önemli bir mevki kazandıracak millî edebiyat cereyânının öncü isimlerinden olmuştur. T. Alangu’ya göre bunlardan sonra, kendisindeki cevheri gören ve sistemleştireceği fikirlerinin neşri için aradığı yazarı onda bulan Ziya Gökalp’ın teşvikiyle, onun düşünceleri ışığında mesâisini dil dâvâsına hasretmek üzere, tazmînâtını İttihat ve Terakki’nin ödemesiyle askerlik mesleğinden ayrılmıştır.
Balkan Savaşı’nın patlak vermesiyle yeniden askere alınarak Sırp ve Yunanlılar’a karşı savaşan Ömer Seyfeddin, 1913 Ocak’ında Kanlıtepe’de Yunanlılar’a esir düşmüş ve on ay boyunca Atina’daki Naflion kasabasındaki esir kampında yaşamıştır. Esâretten İstanbul’a döndükten sonra ikinci defa askerlikten istifâ etmiş, Dârülmuallimîn’de kıraat, Kabataş Sultânîsi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaya başlamış, 1915 yılında ise üç yıl sürecek evliliğini Besim Edhem Bey’in kızıyla gerçekleştirmiştir.
Başına buyruk olduğu kadar mücâdeleci ve azimkâr bir yaradılışta olduğunu bildiğimiz Ömer Seyfeddin’in bu karakter husûsiyetini, bir arkadaşıyla arasındaki çekişme çok güzel yansıtmaktadır: Ömer Seyfeddin, Edirne Askerî İdâdîsi’nde Mustafa Rize adlı “iriyarı, sivri fesli, yumurta ökçeli, bileği veşimli, gerdanı gümüş muskalı” arkadaşından dayak yiyince ona “Aşk olsun Mustafa Rize […] Nasıl olsa seni adamakıllı, faizile döveceğim cancağızım” diye söz vermiş ve çok seneler sonra İstanbul’da Mekteb-i Harbiye-i Şâhâne’de Mustafa Rize’yi ve o sırada yanında bulunan iki arkadaşını iyice haşat etmiştir. Fakat bunu yapmak için senelerce tâlim etmiş, gördüğü her kabadayı kılıklıyı kavgaya dâvet etmiş ve böylece gâyesine ulaşmış. Bu kavga dolayısıyla hapse atılmış, divân-ı harbe alınma tehlikesi de varken Makedonya karışınca “sınıf-ı müstâcele” içinde mezun edilmiştir.
Ömer Seyfeddin’in hayattayken kitap düzeninde çıkan eserlerinin sayısı sekizdir. Bunlar; Yeni Hayat Kitapları başlığıyla basılan, kozmopolitliği ve millî kimlik yoksunluğunu eleştirdiği Vatan! Yalnız Vatan (1911); Tarih Ezelî Bir Tekerrürdür (1910) adlı hikâye; Türk Yurdu Kitabhânesi’nden çıkan, Gökalp’ın ateşlediği Turancılık ülküsünü “Dünyada artık esir Türk olmayacak. Turan’daki yabancı Rus ve Çin memurları kovulacak. İlk devrede alacağımız Kafkasya ile on dört milyon Türkçe konuşan Türk ve Müslüman ahaliye sahip olan Osmanlı devletinin millî kuvveti hemen bir misli daha büyüyecek. Osmanlı hükümeti yirmi beş milyon Türkçe konuşan Türklerin müessesesi olacak ve bir gün -bu mukaddes gün o kadar yakın ki- Orta Asya, Türkistan ve Cenubî Sibirya, Pamir de bizim siyasî hudutlarımız içine girince Garp Türklerinin hükümeti artık Osmanlılıktan tamamıyla çıkıp hakikî ve büyük bir Türk ve Müslüman hükümeti, bir Turan Devleti olacaktır” diyerek ele aldığı Yarınki Turan Devleti (1914); adından da anlaşılabileceği gibi günlük siyâsî meselelere değinen Millî Tecrübelerden Çıkarılmış Amelî Siyâset (1914); yine aynı Kitabhâne’den Herkes İçin İçtimâîyat: Ticaret ve Nasib (1914); Turan Masalları (1916), Eshâb-ı Kehfimiz (1918), Harem (1918) ve İttihat ve Terakki’nin kapanmasından sonra hem parti içindeki hem parti muârızı çeşitli cemiyet tiplerini tıpkı Moliere’in Tartuffe’u gibi hicvetmek amacıyla yazdığı Efruz Bey (1919)’dir.
Ömer Seyfeddin’in ilk hikâyelerinden ölümüne kadar geçen yaklaşık yirmi yıl zarfında çok çeşitli mecrâlarda pek çok hikâyesi, makâle ve çevirisi neşredilmiştir. Velûd bir yazar olan bu kabına sığmaz Türk’ün bu bağlamda külliyâtını toplamak üzere değerli çalışmalar yapılmış olmakla birlikte hâlâ eksikler olduğu ifâde edilmektedir. Onun, şiirleri ve fikrî yazılarından ziyâde nesiller üzerinde öykücülüğüyle etkili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Türk edebiyâtı derslerinin kanonu içerisinde her zaman yer alan, çizgi film ve çizgi romanlara kendi yapıtlarının gölgesinde ilham veren Ömer Seyfeddin’ten esinlenen en modern çalışmalar Seyfettin Efendi’nin Olağanüstü Maceraları, Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikâyeleri başlıkları altında onun serâzat ve başına buyruk karakteriyle çehresini olduğu gibi alan bir gizli teşkilat mensubunun özgün ve bağımsız portresidir.
Öykülerinde bilhassa Balkan Savaşları’nda milletimizin çektiği ıstırapları dile getirmiş, millî kini diri tutmak amacıyla Balkan milletlerinin irtikâb ettiği şenaatleri, meselâ Beyaz Lâle gibi öykülerinde, en rahatsız edici örneklerle kaleme almıştır. “Primo Türk Çocuğu” hikâyesinde, Trablusgarp’ın İtalyanlarca işgâl edildiği günlerde millî şuuru uyanarak Türklüğünü bulan ve İtalyan annesiyle İtalya’ya dönmek yerine babasıyla Selânik’te kalıp Oğuz adını alan Primo isimli Türk çocuğunun şahsında asla kaybolmayacak milliyet duygusunun gücünü anlatan Ömer Seyfeddin, en çok bu tarz hikâyeleriyle nesiller tarafından ezberlenmiştir. Enver Paşa’nın yazar ve sanatçıları milletin mefâhirini yükseltecek eserler vermek için teşvik etmesinden sonra, kendi ifâdesiyle bir sanatçı olarak, “hâl içinde mefkûresini olanca heyecanıyla duyamayınca romantik maziye döner(ek). Orada ezelî efsanelerini yaşayan binlerce tayf” arasından birilerini seçip onlara “tarihin hayâlinde renkler, şekiller” vermiştir: Tehlikeli bir elçilik görevini üstlenerek Şah İsmâil karşısında müdânaasız bir tavır sergileyen Muhsin Çelebi’yi anlattığı “Pembe İncili Kaftan”, konusunu Peçevî târihinden alan ve Grijgal Palankası’nın düşmanca kuşatılması esnâsında sergilenen olağanüstü ve metafizik kahramanlığı işlediği “Başını Vermeyen Şehit”, Eflâk Prensliğini küçük bir grupla ele geçiren Osmanlı elçisinin hikâye edildiği Topuz, uzun yıllar düşman elinde esir kalmasına rağmen her türlü işkenceye direnen kahraman levent Kara Memiş’in öykülendiği “Forsa”, tek başına onlarca, yüzlerce kişiye karşı koyabilen Tosun Bey’in anlatıldığı Ferman gibi örnek karakterlerden oluşan ve Eski Kahramanlar başlığı altında yazdığı hikâyelerde cesâret, askerî zekâ, güç, mertlik, gurur, vatan sevgisi, îman gücü, sadâkat ve tevâzu gibi erdemleri yüceltmiş; Yeni Kahramanlar başlığı altındaki hikâyelerinde ise yaşadığı çağın aktüel olayları içerisinden figürler seçmiştir: Kaç Yerinden adlı hikâyesinde pek çok cephede savaşmış, yaralanmasına rağmen mücâhededen vazgeçmemiş yeni bir millî kahraman olan Ferhat Ali bahis konusudur. Eski kahramanlara hasret yazar, kendisini temsil eden karakter üzerinden yeni kahramanlar nesline dâir ilk umudunu Ferhat Ali’nin hikâyesinde duyar. “Bir Çocuk: Aleko”da, köyleri yakılınca kendisini bir Rum papaza Aleko adıyla tanıtıp güvenini kazanan ve papazın verdiği Türkler aleyhinde yazılmış bir mektubu İngilizler’e ulaştırmakla görevlendirilen Ali’nin, mektubu Türk karargâhına götürmesi; bundan mâada, onu Rum sanan İngiliz kumandanının Türk karargâhına yerleştirmesi için verdiği bombayı İngiliz mevzilerindeki durumdan habersiz askerleri havaya uçurmak için değil bu plânın sâhiplerini cezalandırmak üzere İngiliz karargâhında kendisiyle birlikte havaya uçurması üzerinden mertlik, Türklük ve vatan sevgisi anlatılır. “Müjde” adlı hikâyesinde, Harbiye Nezâreti’nin yeni ilhamlarla eserlerinde konu edinmeleri amacıyla Çanakkale cephesine edebiyatçıları taşıması esnâsında başlarından geçen bir olayı anlatmıştır. Çanakkale Savaşları içinde bölgeye yapılan bu gezi esnâsında gökyüzünde beliren, Kur’an kaynaklı, “pek yakın bir fetih” anlamındaki “fethün karîb” hattının belirmesini anlatan Ömer Seyfeddin, bu ilâhî müjdeye inanmasına rağmen T. Alangu, bununla, yaklaştığını sezdiği yenilgi karşısında yazarın saklayamadığı umutsuzluğun açığa çıktığını ve Yeni Kahramanlar dizisinde diğer dizideki gibi başarılı epik bir dil yakalayamadığını ifâde etmiştir.
Ömer Seyfeddin’in öyküleri bugünkü nesiller üzerinde de millî şuur, vatan ve târih sevgisi, kahramanlık, fedakârlık gibi erdemlerin uyandırılmasında şüphesiz en güçlü edebî kaynakların başında gelmektedir. Bu sebeple, genç yaşında hayâta gözlerini yuman millî öykücümüzün eserleri, aradan geçen yüz yıl içinde olduğu gibi, bundan sonra geçecek yüzyıllara da kendi kısa ömrünün çok daha fevkinde bir hayatiyetle ulaşacaktır.
Ömer Çakır