Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğan ve asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal, 1908’de Dârülfünûn’da hukuk tahsil ederken İttihat ve Terakki’ye bağlanmış ve fırkanın Bilecik’te mesul kâtipliğini deruhte eden Abdülkadir Kemali Bey’in oğludur. Babası, bilhassa Talât Bey’i öyle sevmektedir ki bu sebeple Orhan Kemal’in kardeşlerinden biri, kız olmasına rağmen Talât adını almıştır. Abdülkadir Kemali Bey, Fransızlar’ın Adana’yı işgâli üzerine âilesini alıp Pozantı, Niğde ve ardından Konya’ya taşır; ayrıca o, 1920 – 1923 yılları arasında Kastamonu mebusu olarak birinci Meclis’te yer almış ve Adliye Bakanlığı da yapmıştır. Bundan sonraki siyâsî hayâtı sıkıntılı bir seyir tâkip eden Kemali Bey, Şeyh Said isyânı sonrasında, Adana’da neşrettiği Toksöz gazetesi kapatılarak İstiklâl Mahkemesi’ne verilir ve on bir aylık tutukluluktan sonra beraat eder. Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluş günlerinde Kemali Bey de Adana’da Ahali Cumhuriyet Fırkası’nı kurup Ahali gazetesini çıkarmaya başlar; fakat SCF’nin kapatılmasından sonra partisini kapatmadığı için doğan rahatsızlık, Suriye’ye kaçmasına sebep olur. Orhan Kemal de bir süre sonra babasının âilesini yanına çağırması üzerine Beyrut’a gider ve burada bir basımevinde çalışmak durumunda kalır; fakat bu mecbûrî sürgüne fazla katlanamayarak 1932’de tek başına Adana’ya döner.
Millî Mensucat Fabrikası’nda kâtiplik yapan Orhan Kemal, 1938’de askere alınır ve terhisine kırk gün kala Maksim Gorki ve Nâzım Hikmet’in kitaplarını okuduğu ileri sürülerek uğradığı bir ihbar sonucu tutuklanıp beş yıl hapse mahkûm edilir. İlk şiirlerini 1939’da Kayseri Cezâevi’nde yazıp Yedigün ve Yeni Mecmua’ya gönderen Orhan Kemal’in bu şiirleri Raşit Kemali adıyla yayınlanır. Atatürk’ün ölümü üzerine Türkiye’ye dönüp Ağır Ceza Reisliği yapmaya başlayan babası Abdülkadir Kemali Bey, oğlunun önce Adana ardından Bursa Cezâevi’ne naklini sağlar ve Orhan Kemal burada, kendisinden bir süre sonra Çankırı Cezâevi’nden nakledilecek olan Nâzım Hikmet’le tanışır. Hikmet onun şiirlerini umûmiyetle kendisini taklit ettiği ve özgün sesini bulamadığı için pek beğenmez; fakat Orhan Kemal, Ses, Yeni Edebiyat, Yürüyüş, Yeni Ses gibi mevkûtelere şiir göndermeyi sürdürür ve 1942 – 1943’te bilinen adıyla şiirlerine imzâ atmaya başlar; fakat ilk roman müsveddelerini okuyup bu vâdide kendisini başarılı bularak roman yazmasını isteyen Nâzım Hikmet’in telkiniyle On Sekiz Yaşım isimli küçük bir roman yazar. Bununla birlikte yayınlanan ve kendisini meydana çıkaran ilk düz yazı çalışmaları hikâye olacak, romancılığı hapisten çıktıktan sonra gelişecektir.
İlk yayınlanan düz yazı çalışması, aslında Baba Evi romanının bir bölümü olarak 1940’ta Yeni Edebiyat gazetesinde yayınlanan “Balık” olur. Raşit Kemal ve Orhan Raşit imzâlarıyla hikâyelerini çeşitli mevkûte ve gazetelerde yayınlar. 1943’te tahliye olup Adana’ya dönen Orhan Kemal, Devlet Demiryolları’na muvakkat hamal olarak girer. Nâzım Hikmet’le geçen hapishâne yıllarını, 1965’te, Nâzım Hikmet’le Üç Buçuk Yıl adıyla kitaplaştıracaktır. Çeşitli işlerin peşinde koştururken bir taraftan da hikâyelerini yayınlamaya devâm eder ve bu esnâda, kalan askerlik hizmetini tamamlamak üzere tekrar celp edilir. 1945 Ocak’ında Varlık dergisinde okurlar arasında düzenlenen bir anketle en beğenilen hikâyeci seçilen Orhan Kemal, şiiri de bırakmamıştır. 1949’da ilk romanı Baba Evi ve Ekmek Kavgası adıyla toplanan hikâyeleri Varlık Yayınları’ndan çıkar. Bir yıl sonra da ikinci romanı Avare Yıllar gelir. Ayrıca Seçilmiş Hikâyeler dergisi 30 – 31. sayılarını ona tahsis eder. 1950’de İstanbul’a taşındıktan sonra adı dergilerde daha fazla görünmeye başlayan Orhan Kemal, bir yandan romanlarını tefrîka eder ve bunlar hemen kitaplaşır. 1951’de Sarhoşlar, 1952’de Cemile yayınlanır. 1953’te evvelâ Dünya gazetesinde tefrîka edilen Bereketli Topraklar Üzerinde, 1954’te kitap olarak basılır.
Kaleminden kazanan bir yazar olarak sürekli çalışan Orhan Kemal’in 1956 baharında altı eseri daha basıma hazır hâle gelir. 1957’de Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan yazar ayrıca çeşitli piyesler de kaleme almış, bunların bâzıları romanlarından kendisi tarafından oyuna dönüştürülmüştür. Meselâ 1957’de Ulus’ta tefrîka edilip 1958’te kitaplaştırılan Devlet Kuşu, İspinozlar adıyla 1964’te tiyatrolaştırılır ve Tepebaşı Dram Tiyatrosu’nda seyirci önüne çıkar. Bu eser 1968’de Yalova Kaymakamı adıyla da temsil edilmiş ve birinci perdede Orhan Kemal, Boyacı Bayram rolünde sahneye çıkmıştır. 1954’te uzun hikâye olarak kaleme aldığı 72. Koğuş da 1967’de Ankara Sanat Tiyatrosu’nda sahnelenir ve çok başarılı bulunur. 1969’da Sovyet Yazarlar Birliği’nin dâvetiyle Moskova’ya giden Orhan Kemal, burada kısa bir süre tedâvi görür ve tekrar yurda döndükten sonra yayınlanan Önce Ekmek kitabıyla Türk Dil Kurumu 1969 Hikâye Ödülü’nü alır. Aynı yıl Üç Kâğıtçı romanı Cumhuriyet gazetesinde tefrîka edildikten sonra kitaplaşır.
Orhan Kemal sanatının amacını, “insan soyunun müspet bilimler doğrultusundaki en bağımsız koşullar içinde, en mutlu olmasını isteme çabası” olarak özetlemiş toplumcu bir yazardır. Ayrıca sanatın, sanatçının fikrî kabullerinden doğan bir propaganda yanı olduğunu ifâde etmiş; tiyatro eserleri bağlamında, toplumcu bir yazar olarak, eseriyle fikirlerini savunduğunu, tek farkın bunu bir bilim kitabı kuruluğuyla değil, söz sanatını kullanarak yapması olduğunu belirtmiştir. Sosyal endişeyi sanat endişesinin önüne koyan fakat yine de eserin biçim estetiğinin de göz önünde tutulması gerektiğini savunan Orhan Kemal, yine de üslûp yönünden eleştirilmiştir. A. Kabaklı bu konudaki zayıflığını, “kültür yufkalığı”na bağlamıştır. Orhan Kemal, tanıdığı, bildiği insanı yazdığını, yazmak için görmesi ve yaşaması gerektiğini söyleyen bir realizmin savunucusudur. Bilhassa aynı sebeple eserlerinde bolca yer alan şive taklitçiliği çok eleştirilmiştir; bu, şüphesiz, sosyalizmin toplumsal gerçekçilik iddialarının da taşıyıcısı bir sanatkâr olarak temâyüz etmiş birinin sanat anlayışının tabiî tezâhürüdür ve otuzu bulan roman ve hikâyelerini konu îtibâriyle üçe bölerken bu duyarlılığını yansıtmıştır: Bunların bir kısmı kendi hayâtının, bir kısmı Çukurova’nın toprak işçilerinin bir kısmı da İstanbul’un yoksul insanlarının hikâyeleridir. İşlediği muhit de bunlarla mütenasip can sıkıcı bir manzara olarak belirir. Bununla birlikte, çeşitli sefâletlerin içine yuvarlanmış karakterlerini çok sever. Bu sebeple Asım Bezirci, Fethi Naci’nin Kemâl Tahir için vardığı “sevgisizliğin romancısı” yargısının aksine, onun da “sevginin romancısı” olduğunu ifâde etmiştir.
Göktürk Ö. Çakır