Selçuklu tarihçiliğinin kurucularından sayılan Osman Turan, 1914 Haziranında Bayburt’un Aydıntepe (Çatıksu) köyünde doğmuştur. Trabzon’un fethinden (1461) sonra bölgeye yerleştirilen Kurdoğulları aşiretine mensuptur. Büyük dedesi, 93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) esnâsındaki kahramanlıkları ile Bayburtlu Zihni’nin şiirlerine konu olan Mustafa Osman Ağa, dedesi Abdullah Ağa ve babası I. Dünya Savaşı sırasında Erzurum-Kandilli’de şehit düşen (1916) Hasan Ağa’dır. Babasının şehâdeti sırasında henüz iki yaşında olan Osman (Ferit), annesi Şahsene Hanım ve ikisi kız, biri erkek üç kardeşiyle birlikte Çaykara’nın Soğanlı (Hepşara) köyüne göçmek zorunda kalmış, çocukluğu burada geçmiştir.
İlkokulu dayısının himâyesinde Çaykara’da, ortaokulu Bayburt’ta okumuştur. Lisenin ilk iki sınıfını Trabzon’da, son senesini ise Ankara’ya tayin olan ağabeyinin yanında Ankara Erkek Lisesi’nde tamamlamıştır (1935). Aynı sene bizzat Atatürk’ün girişim ve emriyle açılan Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nin yatılı imtihanlarını kazanmış ve 9 Ocak 1936’da ders başı yapan fakültenin, 195 kişilik ilk talebelerinden olmuştur. Burada, Atatürk tarafından Ortaçağ kürsüsüne tâyin edilen dünyaca meşhur bilim adamı M. Fuad Köprülü’nün öğrencisi olmuş, zekâsı ve çalışkanlığı ile temâyüz ederek hocasının dikkatini çekmeyi başarmıştır. Bu yıllarda yayınlanan ilk çalışmaları olan “Satuk Buğra Han Menkıbesi ve Tarih” (M. F. Grenard’dan tercüme/Ülkü, 1939-40) ile “İlig Unvanı Hakkında” adlı (Kopuz, 1939) yazıları da onun ileride yayınlanacak büyük eserlerinin işâreti olarak ilim âlemince takdir ve beğeniyle karşılanmıştır.
1940 yılında mezun olduktan sonra aynı fakültede, dâimî bir kadro olmayıp bir çeşit burs olarak tevdi edilen “ilmî yardımcı” kadrosuyla ve 30 lira maaşla çalışmaya başlamıştır. 14.11.1941’de Köprülü’nün danışmanlığında Türkiye’deki ilk tarih doktorası olan 12 Hayvanlı Türk Takvimi isimli tezini savunmuş ve doktor unvanını almıştır. Hocası Fuad Köprülü’nün siyasete atılması (1941) üzerine Ortaçağ Türk İslam Tarihi derslerini vermekle görevlendirilmiştir. Ardından fakültenin açtığı Orta Zamanlar Tarihi Asistanlığı imtihanını kazanarak 28.07.1942’de göreve başlamıştır. Bu arada Farsça, Arapça ve Fransızcasını geliştirip kaynak yayımına ve orijinal araştırmalara başlayan Turan, 1943-1944’te Orta Zaman Türk Devletlerinde Türkçe Unvanlar konulu çalışmasıyla doçent olmuştur.
1944’te Irkçılık-Turancılık Davasına temel teşkil eden 3 Mayıs olaylarından hemen sonra Hüseyin Nihal Atsız’ı fakültedeki odasında misafir etmiş olması sebebiyle Millî Eğitim Bakanlığı tarafından açığa alınmıştır (4 Mayıs 1944). Neyse ki, CHP genel sekreteri Memduh Şevket Esendal ve Tahsin Banguoğlu’nun müdahalesiyle 30 Kasım 1944’te fakültedeki görevine dönebilmiştir. 17 Kasım 1946-12.11.1947 tarihleri arasında Ankara Yedek Subay Okulu Levazım Bölüğü’nde askerlik vazifesini yapmış, ardından tekrar fakültedeki görevine dönmüştür.
19.07.1948’de Paris’te toplanan Şarkiyatçılar Kongresi’ne katılmıştır. Bu esnâda kendisine, bilgi, görgü ve ihtisâsını geliştirmek için İngiltere’de bir yıl kalma izni verilmiş ve böylece 1950 yılına kadar Fransa ve İngiltere’de araştırmalarda bulunma imkânına kavuşmuştur. Bu süre zarfında Milletlerarası Şarkiyat ve Türkiyat Kongreleriyle Unesco konferanslarına muhtelif bildiriler sunmuş, bilhassa Şarkiyat Kongresi’nde sunduğu “Türkiye Selçuklularında Toprak Hukuku, Mirî Topraklar ve Hususi Mülkiyet Şekilleri” başlıklı tebliği büyük takdir ve beğeni toplayarak Osman Turan’a uluslararası şöhret kazandırmıştır. 1949’da Türk Tarih Kurumu’na aslî üye seçilen Osman Turan, 1951’de profesörlüğe yükseltilmiştir.
1954 yılı Osman Turan’ın hayatında bir dönüm noktasıdır. Zira o, tıpkı hocası Köprülü gibi siyâsete atılmış ve Trabzon’dan Demokrat Parti milletvekili seçilmiştir. Bu arada 6 Kasım 1955’te Türk Ocağı’nın Ankara Şubesi reisi, ardından genel merkezin Ankara’ya taşınması üzerine umumî reisliğe seçilmiştir (17 Mayıs 1959).
1956 tarihinde – Atsız Beyin tavassutuyla – (II.) Abdülhamid’in torunlarından Satıâ Sultan ile evlenen Osman Turan, 1957 seçimlerinde tekrar milletvekili olmuş ise de 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra tutuklanmış ve 16,5 ay Yassıada’da kalmıştır.
Yassıada’daki yargılamalardan beraat eden Osman Turan’ın bundan sonraki hayatı fakülteye dönmek mücâdelesiyle geçmiş; fakülteyi defalarca mahkemeye vermesine ve bu mahkemeleri kazanmasına rağmen çabaları sonuçsuz kalmış ve bir daha fakülteye dönememiştir. Belki de bu yüzden tekrar siyâsete atılmıştır. Demokrat Parti’nin yerine kurulan Adalet Partisi saflarına katılarak partinin 1964’teki kongresinde Teşkilâttan Sorumlu Başkan Yardımcılığına getirilmiş ve 1965’te Adalet Partisi Trabzon milletvekili seçilmiştir. 1966’da da tekrar Türk Ocağı Genel Başkanı olmuş ve bu görevini 1973 yılına kadar sürdürmüştür. Bu dönemde Türk Yurdu dergisi Osman Turan’ın gayretleriyle Türk fikir ve kültür hayatına önemli katkılarda bulunmuştur. Fakat kısa bir süre sonra Adalet Partisi’nin yetkilileriyle fikrî konularda uzlaşmazlığa düşmüştür. Bilhassa Yeni İstanbul gazetesinde yazdığı başmakaleleri, partinin genel başkanını rahatsız etmiş ve parti yöneticileriyle yaşadığı bu anlaşmazlık, Haysiyet Divanı’na sevkine ve partiden ihrâç edilmesine sebep olmuştur (1967). Birkaç yıl sonra 1969 seçimlerine Trabzon’dan Milliyetçi Hareket Partisi’nin adayı olarak katıldıysa da kazanamamış, fakülteye dönme girişimleri de başarısız olunca 1 Mayıs 1972’de emekliye ayrılmıştır.
Emekliye ayrıldıktan sonra İstanbul’a yerleşen Osman Turan’ı en çok üzen hadiselerden biri de 1974 senesinde hiçbir gerekçe gösterilmeden ve savunması dahi alınmadan Türk Tarih Kurumu üyeliğinden çıkartılmasıdır. Ömrünün son günlerinde Selçuklu İktisat Tarihi adlı kitabını yazmak için çalışmakla geçiren Osman Turan, ne yazık ki bu eserini tamamlayamamış ve 17 Ocak 1978 tarihinde evinde geçirdiği beyin kanaması sonucu hayata veda etmiştir. 64 yaşında kaybettiğimiz büyük Türk âlimi ve mütefekkiri Osman Turan’ın ebedi istirahatgâhı, Silivrikapı Ayvalık Kabristanı’ndadır.
Osman Turan, siyaset fâsılasına rağmen, bütün hayâtını okumaya ve yazmaya, yâni sadece ilme vakfeden, bunun dışında başka hiçbir heyecanı ve hedefi olmayan, zekâsıyla öğrenme heyecanını birleştirebilen az sayıdaki dikkate değer tarihçilerin en başında yer almaktadır. Bütün ömründe okuyan ve yazan bir ilim adamı olarak sadece 27 Mayıs’tan sonraki on altı buçuk aylık hapishane hayatında okuma imkânı bulamamış, askerlik devresinde bile kitaplarından ayrılmamıştır. Trabzon Lisesi’ndeki talebeliğinden hayatının son demlerine kadar kendisini hatırlayanların hemen zikretme ihtiyacı duydukları müthiş bir çalışma tiryakiliği ile dikkati çeken Osman Turan, siyasî hayatına rağmen tarih araştırmalarına hiç fâsıla vermemiştir. O, okuduklarını hazmeden, kazandığı bilgileri üstâd bir tarihçi, hatta bir târih felsefecisi hüviyetiyle tahlil ve terkip edebilen az sayıdaki târihçiden biridir. Bu bakımdan sadece yirminci asırdakiler arasında değil, bütün Türk tarihçileri arasında, hocası Fuat Köprülü gibi mütefekkir târihçi vasfına en çok lâyık olan şahsiyet olarak kalacaktır.
Osman Turan’ın yakın çevresi, dost arkadaş ve talebeleri, hocanın özel hayatında ve sosyal ilişkilerinde son derece mütevâzı ve kibar bir insan olduğunu, ancak ilmî ve fikrî tartışmalarda, bilhassa millî konularda son derece kararlı, ödün vermez bir karaktere sâhip olduğunu söylerler. Kendisi gibi bir Selçuklu tarihi mütehassısı olan Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen’in onun fikir mücadelesi hakkında söylediği şu sözler dikkat çekicidir: “O, esersiz unvan sahiplerinin ve cahillerin amansız düşmanıydı. Fakülte kurullarında yalnız millî meseleler karşısındaki ilgisizliklerini ve câhilliklerini değil, ilme ve ilmî ahlâka uymayan tutum ve davranışlarını da yüzlerine karşı söylemekten çekinmezdi. Osman Turan’ın ilmî ve fikrî kudreti karşısında susmaktan başka bir şey yapamayanlar, siyasî hayata atılması üzerine derin nefes aldılar. Onlar Osman Turan’a karşı olan öçlerini, ellerinden tutup akademik kariyere soktuğu yetiştirmelerinin de kendilerine katılmaları sâyesinde Yassıada dönüşü fakülteye yanaştırmamak suretiyle aldılar.”
Osman Turan’ın işâret edilmesi gereken diğer bir önemli özelliği de Türkçeyi güzel yazma ve yanlış müdahalelerden koruma konusunda yaptığı mücadeledir. Denilebilir ki, Cevdet Paşa’dan sonra gelen târihçiler içinde Türkçeyi hiçbir târihçi onun kadar itinâlı ve sehl-i mümtenî denecek derecede güzel ve açık-seçik bir ifâde ve üslûpla yazamamıştır. Bu kadar rahat ve zevkle okunan eserlerinde kullandığı dil ve üslûbun, başlı başına bir meziyet ve maharet olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Onun engin bilgi birikimi ve eşsiz üslubuyla kaleme aldığı eser, Kopuz, Ülkü, Belleten, Türk Hukuk Tarihi Dergisi, Millet, Zafer, Studia Islamica, Revue des Etudes Islamiques, Hilâl, İslâm Medeniyeti, Fedai, Türk Yurdu, Yeni İstanbul, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Babıâli’de Sabah gibi mecmuâ ve gazetelerde yayınlanan makale, ansiklopedi maddesi ve gazete yazılarının tam bir dökümü mevcut değildir. Bir ilim ve fikir adamı olarak tamamı ana kaynaklara dayanan ve alanında ilk olma özelliği taşıyan eserlerinin en önemlileri Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti (1965), Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi (I-II, 1969), Selçuklular Zamanında Türkiye (1971), makalelerinden oluşan Selçuklular ve İslâmiyet (1971) ve Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi (1973)’dir. Ayrıca her biri ayrı öneme sâhip kaynak neşirleri ve tercümeleri de mevcuttur. Bunlardan bazıları Aksarâyî’nin, Müsâmeretü’l- ahbâr ve Müsâyeretü’l-ahyâr’ı (1944); “Selçuklu Devri Vakfiyeleri I, II, III” (TTK Belleten, XI/42 [1947]; XI/43; XII/45 [1948]); İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler (1954); Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar: Metin, Tercüme ve Araştırmalar (1958); M. F. Grenard’dan “Satuk Buğra Han Menkıbesi ve Tarih” (Ülkü, 1939-1940) ve E. Cavaignac’dan, Tarihî Kronolojinin Esasları (1954).
Bunların dışında yine her biri başlı başına temel bir kaynak niteliği taşıyan birçok akademik makalesi ve ansiklopedi maddesi bulunmaktadır ki, bu yazılar daha sonra toplanarak Prof. Dr. Osman Turan Makaleler (haz. Altan Çetin-Bilal Koç, Ankara 2010) adıyla yayımlanmıştır.
Osman Turan’ın bir fikir adamı olarak kaleme aldığı ve Türkiye’nin sosyal, kültürel, dinî ve siyasî meseleleri üzerinde yine kendine özgü birikim ve üslupla temas ettiği başlıca eserler ise şunlardır: Gafletten Uyanalım! (1948), Türkiye’de Manevî Buhran Din ve Laiklik (1964), Türkiye’de Komünizmin Kaynakları ve Kültür İhtilâli (1964), Türkiye’de Siyasî Buhranın Kaynakları (1969), Türkler Anadolu’da (1973), Vatanda Gurbet (1980) ile Tarihî Akış İçinde Din ve Medeniyet’tir (1980).
Osman Turan’ın eserleri, vefâtından sonra da geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tâkip edilmiş, ele aldığı konular üzerine eğilen yeni nesil araştırmacılar için birer başvuru veya el kitabı hâline gelmiştir. Bu cümleden olmak üzere onun hayâtı, şahsiyeti ve târihçiliğinin, kendisinden sonra gelen araştırmacıların yolunu aydınlatan bir kutup yıldızı mesâbesinde olduğu söylenebilir.
O günlerden hâtıra olarak kalan şu hikâye, Osman Turan’ın şahsiyeti hakkında önemli bir ipucu olması bakımdan önemlidir: “Yassıada komutanı Albay Tarık Güryay, bütün mahkûmların kendisini gördükleri zaman ayağa kalkmalarını ve hazır ol vaziyetine geçmelerini ister. Fakat Osman Turan bu isteğe daha doğrusu emre uymaz. Güryay, bunun üzerine Osman Turan’a “Sen neden ayağa kalkmıyorsun?” diye sorar. Osman Turan şu cevabı verir: “Yaşça büyük olana, mevki bakımından yüksek olana ve ilmî mertebesi üstün olana ayağa kalkılır. Siz hem yaşça benden küçüksünüz, hem bir milletvekili olmam hasebiyle mevkîce benden aşağıdasınız. İlim mertebesi konusunda ise talebem bile olamazsınız. Bu durumda niçin size ayağa kalkayım?” Böyle bir cevap beklemeyen Güryay sinirlense de belli etmez ve “Mâdem ayağa kalkmayacaksın, o hâlde ben geldiğimde ortalarda görünme, mesela tuvalete git.” der. Osman Turan hemen cevap verir: “Vallahi kusura bakmayın. Sizin hatırınız için tuvalete bile gitmem!” Bu cevap Güryay’ı kızdırır. Hışımla hocanın üzerine yürür ve bir tokat atar. Fakat Osman Turan, kendisinden beklenmeyen bir çeviklikle hemen kendini toplar ve tokadı Güryay’a iâde eder. O netâmeli günlerde Osman Turan’ın sergilediği bu cesâret, kulaktan kulağa yayılır, dilden dile dolaşır.”
Göktürk Ömer Çakır