“Elçilerimiz İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, ‘Biz bu memleket halkını helak edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir’ dediler. İbrahim, ‘Ama orada Lût var’ dedi. Onlar, ‘Orada kimin bulunduğunu biz daha iyi biliriz. Biz onu ve ailesini elbette kurtaracağız. Ancak karısı başka. O geri kalıp helak edilenlerden olacaktır.’ Elçilerimiz Lût’a geldiklerinde, Lût, onlar yüzünden tasalandı, onlar hakkında çaresizlik içine düştü. Elçiler ona,
‘Korkma, üzülme. Biz seni ve aileni kurtaracağız. Ancak karın başka. O geride kalıp helak edilenlerden olacaktır.’ ” (Ankebût, 29/31-33)
Bu ayetlerin ilk kısmında, Hz. İbrahim (a.s)’e çocuğu olacağını müjdelemek için gelen meleklerden bahsedilmektedir. Bu melekler aynı zamanda halkı zalim olan bir kavmi yok etmek üzere de görevlendirilmişlerdir. Halkı yok edilecek kavim Hz. Lût (a.s)’un kavmidir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Allah Teala geçmişte yaşamış bazı kavimlerin hayat hikayelerini anlatmakta, bizim onlardan dersler çıkarmamız gerektiğini açıklamaktadır. Bu durum şu ayette açık bir şekilde bildirilmiştir:
“Nitekim birçok memleket vardı ki, o memleket (halkı) zulmetmekte iken, biz onları helâk ettik. Şimdi o ülkelerde duvarlar (çökmüş), tavanlar üzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hâle gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ulu saraylar vardır. (Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”
Yüce Allah, azgınlıkta ileri giden, kendi emir ve yasaklarını hiçe sayan, peygam-berleri öldüren, yeryüzünde bozgunculuk yapan, ahlaki hiçbir sınır tanımayan Ad ve Semud kavmini, Eyke ve Medyen halkı gibi pek çok milleti çeşitli şekillerde yok etmiştir. İşte yok edilen kavimlerden bir tanesi de Lût (a.s)’un kavmidir. Hz. Lût’un kavmi Allah’ın insanlar için koymuş olduğu sınırları aşmış, arsızlık ve hayâsızlık ko-nusunda hiçbir sınır tanımayan bir topluluk idi. Lût kavminin erkekleri, kadınları terk edip erkeklere yönelmişlerdi. Lût peygamber, onların bu yaptıklarının yanlış olduğunu açık bir şekilde ikaz ettiği halde onlar yanlışlarında ısrar etmişlerdi. Ayrıca Lût’u da alaya almışlar, onu memleketinden sürmek istemişlerdi.
İşte bu sebeple Rabbimiz yüce Allah, meleklerini Hz. Lût’un kavmini yok etmek üzere göndermişti. Melekler bu durumu Hz. İbrahim’e açtıklarında o, Lût’un o ka-vimle birlikte olduğunu meleklere söylemiş, melekler de Lût’un orada olduğunu bildiklerini, Lût’u ve ailesini kurtaracaklarını, ama Lût’un karısının helak olacakların içerisinde olacağını bildirmişlerdir. Çünkü Lût’un karısı, onun peygamber olduğuna inanmıyordu. Sonunda Allah Teala, Lût’un kavmine önce korkunç bir ses duyurmuş, sonra memleketlerinin altını üstüne getirmiş, daha sonra da üzerlerine taş yağdırarak yok etmişti. Bu şekilde yok edilenlerin içerisinde Hz. Lût’un karısı da vardı. Çünkü o Hz. Lût’un uyarılarına aldırmamış, inkârcılarla beraber olup Lût’u inkâr etmişti.
Burada çok önemli bir nokta ortaya çıkmaktadır. Bu da kişinin Allah’a karşı olan sorumlulukları hususunda Peygamber eşi de olsa bireysel yükümlülüğünün esas olduğu gerçeğidir.
Toplumumuzda bazı kimseler “benim babam hoca”, ”benim dedem hacı” gibi ifadelerle kendilerine bir pay çıkarmaya çalışmakta ve böylece sorumluluktan kur-tulacaklarını yahut o kimselerin kendilerine bir fayda sağlayacaklarını zannetmek-tedirler. Ancak bu kesinlikle yanlış bir yaklaşımdır. Bırakın kişinin bir yakınının hacı ya da hoca olmasını peygamber bile olsa onu kurtaramayacağını yukarıda Lût peygamber ve eşi örneğinde açık bir şekilde görmekteyiz. Peygamber olan Lût eşini kurtaramamış, eşi o şehir halkı ile beraber yok edilmiştir. Aynı şekilde bu olayın bir benzeri Hz. Nuh ile oğlu arasında geçmiştir. Oğlu Tufanın olacağına ve babası-nın peygamberliğine inanmamış, gemiye binmemiş ve boğulanlardan olmuştur. Hz. Nuh, çok istese de oğlunu kurtaramamıştır (Hûd, 11/42-47).
Aynı şekilde sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) de, “Yakın akraba-larını uyar” (Şuara, 26/214) ayeti indirilince, bütün akrabalarını Safa tepesinin çevresine toplamış ve onları Allah’a inanmaları konusunda uyarmıştı. Bütün kabileleri isimleriyle tek tek sayıp onları uyardıktan ve İslam’a davet ettikten sonra kendi kızı Fatıma’ya da şöyle seslenmiştir:
“Ey Muhammed’in kızı Fatıma! Kendini cehennemden koru. Ben Allah katında sizin için bir şey yapamam. Ancak aramızdaki akrabalık sebebiyle sizinle ilgimi kesmeyeceğim.”
Sonuç olarak yukarıdaki ayetlerde ve Peygamber Efendimizin ifadelerinde açık-ça belirtildiği üzere bir peygamber bile olsa kişi ne oğlunu, ne kızını ve ne de eşini kurtarabilir. Herkes kendi yapıp ettiklerinden sorumludur. Bunun için çok kısa olan şu hayatımızı yüce Rabbimizin ve sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed’in emir ve yasaklarına uyarak, onların rızasını kazanmaya çalışarak geçirmeliyiz. Çünkü hepi-miz bir gün dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkacağız. O yolculuğa çıkmadan önce onun hazırlıklarını iyi yapmalıyız.