“Andolsun, size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, müminlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128)
Bu âyette yüce Allah çok güzel bir ifade ile Peygamber Efendimiz hakkında “ken-dinizden bir peygamber” tabirini kullanmıştır. Hz. Peygamber bir insan olması açı-sından içimizden biridir. Fakat yüce Mevla onu bazı özellikler ile onurlandırmıştır. Onu ‘vahiy alma’, ‘Peygamberlerin sonuncusu olma’, ‘değişik mucizelerle desteklen-me’ gibi mertebelerle şereflendirmiştir. Onu, ‘aziz’, ‘şerefli’, ‘izzet sahibi’, ‘merhamet-li’ bir Peygamber kılmıştır.
Hz. Peygamber, beşerî özellikler açısından insanlar gibi yaşamıştır. O da bütün insanlar gibi doğmuş ve yine onlar gibi bu dünyadan irtihal etmiştir. Fakat Allah, ona lütufta bulunarak farklı görevler vermiş, ağır yükümlülüklerle sorumlu kılmış. Onu ve diğer bütün peygamberleri elçileri olmaları hasebiyle önder, rehber ve yol göstericiler kılmıştır. Öyle ki Müslümanlara ağır gelenler ona ağır gelmiş, hatta Müs-lümanlara gelen sıkıntıları yüreğinde hissetmiştir. Yemesi, içmesi, hayat standartları sade bir insanın şartları gibidir. Bütün inananların önderi olmasına rağmen, dünyevi yaşam şartlarını onların üstüne çıkarmamıştır. Bu yönüyle onlardan biri olmuştur. Değişik münasebetlerle kendisinin insanlardan biri olduğunu ifade buyurmuştur. Ebû Mes’ûd (r.a)’un rivayet ettiğine göre, “Bir adam Hz. Peygamber’in (s.a.s) ya-nına geldi ve Onunla konuşmaya başladı. Konuşması esnasında adam korkudan titremeye başladı. Bunun üzerine yüce Resul adama; ‘Korkma, sakin ol. Çünkü ben bir kral değilim. Şüphesiz ben, tuzlanıp güneşte kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum’ buyurdu.” (İbn Mâce, “Et’ıme”, 30)
Söz konusu âyet, Peygamber Efendimizin, insani yönünü vurgulayarak onun beşer olduğunu, tabiat üstü güçlerle donatılmadığını, fakat Allah’ın ilahî mesajını bizlere ulaştırmak için seçilmiş mükemmel bir insan olduğunu ortaya koymaktadır. Allah Teala, Peygamberin, kendine inanan insanlara çok düşkün olduğunu ve ina-nanların çektikleri sıkıntıların ona çok ağır geldiğini anlatarak, Peygamber Efendi-mizin şefkat ve merhametine dikkat çekmektedir.
Kur’an-ı Kerim’in “size çok düşkündür”, “sıkıntıya düşmeniz ağırına gider” ifadelerinden, Peygamberimizin bizleri tehlikelere atmayacağını, boş hayallere sü-rüklemeyeceğini anlıyoruz. O bize bir sorumluluk yükleyip, bazı görevler vererek bazı şeylerden uzaklaşmamızı istemişse, bu onun bize düşkün olmadığı anlamına gelmez. Gerçekte merhamet budur. Çünkü bunlar, onun bizleri günahlardan, hata-lardan korumak ve İslam’ın güzelliklerinden nasipdar kılmak istediğini göstermek-tedir.
Peygamberimiz (s.a.s), müminlerin dünyada sıkıntıya düşmelerini, ahirette de azap görmelerini istemediği gibi bütün insanların da hidayete ermeleri için çok istekli ve bu konuda birçok sıkıntıya katlanan fedakârlık örneğidir. Yüce Mevla, Kur’an-ı Kerim’de Peygamberin insanlara olan şefkatini ve onun bütün insanlara ilahî vahyi ulaştırma konusunda gösterdiği gayreti başka bir ayet-i kerimede şöyle vurgulamaktadır:
“Sen, bu söze (Kur’an’a) inanmazlarsa, arkalarından üzülerek âdeta kendini tükete-ceksin.”
Bu ayette de yüce Allah, Hz. Peygamberin, inanmayan insanlardan dolayı çok üzüldüğünü beyan etmektedir. Onun hayatı, insanların kurtuluşa ermeleri ve doğru yola gelmeleri yönünde uğraşmakla geçmiştir. O, bu yolda birçok sıkıntı ve eziyet-lerle da karşılaşmış olmasına rağmen elçilik görevinin gereğini yerine getirmiştir.