Başkan Reagan dış politikada daha iddialı bir rol oynamaya çalıştı ve bu yaklaşım ilk kez Orta Amerika’da denendi. El Salvador’da bir gerilla isyanı hükümeti düşme tehdidiyle karşı karşıya bırakınca, anılan ülkeye yönelik bir ekonomik yardım ve askeri eğitim programı başlatıldı. Ayrıca, seçilmiş bir demokratik hükümete geçilmesi için etkin destek verildiyse de, sağ kanattaki ölüm birliklerinin faaliyetini önleme çabalarında ancak sınırlı bir başarı sağlanabildi. A.B.D. yardımı hükümette istikrar sağlanmasna yardımcı oldu; fakat, El Salvador’daki şiddet olayları azalmadı, aksine 1989 sonlarında daha da arttı. Buna karşın 1992 başlarında bir barış anlaşması sağlanabildi.
A.B.D.’nin Nikaragua’ya yönelik politikası daha da çelişkiliydi. Kendilerine “Sandinista”lar adı veren isyancılar 1979’da Somoza’nın sağcı baskı rejimini sona erdirdiler. Sandinista hükümeti, Küba ve Sovyetler Birliği ile olan askeri ilişkilerini kesmesi ve siyasal yapısını demokratik reformlara açması yolundaki A.B.D. taleplerini reddetti. Bölgesel barış girişimleri sonuçsuz kaldı ve yönetimin çabaları “kontralar” (contras) diye bilinen Sandinista karşıtı direnişçilere destek vermeye yöneldi. Bahis konusu politikaya ilişkin yoğun tartışmalardan sonra Kongre Ekim 1984’te kontralara yapılan tüm askeri yardımı durdurdu ama insancıl yardımları sürdürdü. Kongre, yönetimin baskısı üzerine,1986’da bu kararından döndü ve kontralara 100 milyon dolar tutarında askeri yardım yapılmasını onayladı. Buna karşın, savaş alanındaki başarısızlıklar, insan hakları ihlalleri ve İran’a gizlice yapılan silah satışından elde edilen paraların kontralara gönderildiğinin ortaya çıkması, Sandinista karşıtı gerillalara askeri yardımın sürdürülmesine ilişkin politik Kongre desteğini baltaladı.
Bunun ardından, Başkan George Bush kontralara askeri yardım yapılmasına yönelik tüm çabalardan vazgeçti. Bush yönetimi ayrıca, Şubat 1990’da Sandinistalara karşı beklenmedik bir seçim zaferi kazanmış olan Violetta Chamorro önderliğindeki muhalif siyasal koalisyonu da destekledi.
Reagan yönetimi, Guatemala’dan Arjantin’e kadar Latin Amerika’nın tümünde demokrasiye dönüldüğüne tanık olduğu için bu konuda daha şanslı sayılırdı. Kaldı ki, halk tarafından seçilmiş hükümetlerin ortaya çıkışı Latin Amerika ile de sınırlı kalmadı; Asya’da, Corazon Aquino’nun “halkın gücü” kampanyası Fardinand Marcos’un diktatörlüğüne ve Kore’de yapılan seçimler de yıllardır süren askeri yönetime son verdi.
Bunun aksine Güney Afrika, çelişkili “yapıcı vaad” politikası yoluyla ırkçı “apartheid”in yok edilmesini teşvik için Reagan yönetimince girişilen çabalara direndi. Gelişme sağlanamayışından öfkelenen A.B.D. Kongresi Reagan’ın vetosunu dinlemedi ve 1986 yılında Güney Afrika’ya karşı bir takım ekonomik yaptırımlar uygulanmasını onayladı. Sadece Aralık 1988’de, yani Reagan yönetiminin görevdeki son haftalarında, yıllardır süren A.B.D. arabuluculuk katkıları sonucu, Afrika’nın güneyindeki Namibia yöresinde tarihsel bir barış anlaşmasına ve bağımsızlığa erişildi.
Reagan yönetimi komünizm karşıtı açık sözlü söylemine karşın, askeri müdahaleye baş vurmada göreli bir ılımlılık gösterdi. 25 Ekim 1983’te, komşu ülkelerin ivedi yardım çağrıları üzerine A.B.D. askerleri Antiller’deki Grenada adasına çıktılar. Bu hareket, Grenada’daki solcu başbakanın kendi Marksist eğilimli partisinin üyeleri tarafından öldürülmesini izledi. Kısa süren bir çatışmadan sonra A.B.D. birlikleri yüzlerce Kübalı askeri personel ve inşaat görevlisi yakaladı ve Sovyetlerin gönderdiği silahların saklandığı depoları ele geçirdi. Aralık 1983’te son Amerikan askerleri de Grenada’dan ayrıldı ve bir yıl sonra da ülkede demokratik seçimler yapıldı.
Buna karşın, Amerika Birleşik Devletleri’nin Lübnan’daki zayıf ama ılımlı ve Batı yanlısı hükümeti güçlendirme çabaları Ekim 1983’te faciayla sona erdi ve bir terörist bomba saldırısında 241 A.B.D. deniz piyadesi öldürüldü. Nisan 1986’da, Libya’nın kışkırtmaları sonucu Avrupa’daki A.B.D. askeri personeline karşı girişilen terörist saldırılarına misilleme olarak A.B.D. Deniz ve Hava Kuvvetleri uçakları bu ülkenin Trablus ve Bingazi kentlerindeki hedefleri vurdu.
İran Körfezi’nde ise, daha önce A.B.D.-İran ilişkilerinin kesilmiş olması ve İran-Irak savaşı başlaması sonucu A.B.D. bir deniz harekatına girişti. Başlangıçta tanker filosunun korunması için Kuveyt tarafından yapılan çağrıya yanıt veren Amerika Birleşik Devletleri, daha sonraları, diğer Batı ülkelerinin savaş gemileri ile birlikte hareket ederek, tankerlerden ve diğer tarafsız teknelerden oluşan konvoylara Körfez’den geçerken eşlik etti ve böylelikle yaşamsal su yollarını açık tuttu.