“Andolsun Musa’yı da, ‘Kavmini karanlıklardan aydınlığa çıkar ve onlara Allah’ın (geçmiş milletleri cezalandırdığı) günlerini hatırlat’ diye âyetlerimizle gönderdik. Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” (İbrahim, 14/5)
Firavun döneminde İsrailoğullarının içine düştüğü zillet, zayıflık ve ümitsizliğin ardından Hz. Musa’nın peygamberliğiyle birlikte kendilerine verilen çeşitli nimetleri hatırlatan bu âyet, son derece önemli ve çağlar üstü bir mesajla bitmektedir:
“Şüphesiz bunda çok sabreden, çok şükreden herkes için ibretler vardır.” Bu ifade, Kutsal Kitabımızda bunun dışında üç farklı yerde geçmektedir (Lokman, 31/31; Sebe’ 34/19; Şûrâ, 42/33). Bu ayette olduğu gibi diğerlerinde de Allah’ın kullarına bahşettiği çeşitli nimetlerden bahsedildikten sonra bu nimetlerde, ancak sabredenler ve şükre-denler için çıkarılacak dersler olduğu vurgulanmaktadır.
Yüce Rabbimiz, nimetlerine hem sabır hem de şükürle karşılık vermemizi istiyor ki, bu son derece manidardır. Bizim her hâlimiz ya sabır ya da şükür gerektiren bir durumdur. İmanımız, davranışlarımıza bu iki tavırdan biriyle yansır. Yani ina-nanlar olarak ya sabreden ya da şükreden pozisyonunda olmamız gerekmektedir. Şöyle ki; Rabbimiz sayısız nimetleriyle mümin-kâfir ayırımı yapmaksızın Rahmet deryasından bütün kullarını faydalandırmış, ancak kimine az kimine bol rızık ver-miştir. “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin.” (Sebe, 34/15) ayetinde de ifade edildiği gibi bu, şükür gerektiren bir durumdur. Yani nimetler eldeyken onların kıymetini bilmenin bir ifadesidir şükür. Ancak dilediği gibi bizleri imtihan etme iradesine sahip olan Rabbimiz şükrünü eda etsek de etmesek de bazen bu nimetleri elimizden alabilir ve rızkımızı daraltabilir. O, bazen korkuyla, bazen açlıkla bazen de mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmekle bizleri deneyeceğini haber vermektedir (Bakara, 2/155).
Dolayısıyla bizler “Lütfun da hoş, kahrın da hoş!” bilinciyle hareket edebilmeli-yiz. Rabbimiz, başımıza gelen çeşitli belalara sabırla göğüs gerdiğimiz takdirde rah-metiyle ve mağfiretiyle müjdeliyor bizleri (Bakara, 2/157). Yani her hâlükârda kazançlı çıkıyoruz. Nitekim sevgili Peygamberimiz bir hadisinde müminin bu durumunu şöyle tasvir etmektedir:
“Müminin işi ne güzel! Onun bütün işleri hayırlı ve kazançlıdır. Bu duruma müminden başka hiç kimsede rastlanmaz. O, bir nimete nail olduğunda şükrederse, bu onun için ha-yır olur; darlık ve sıkıntıya düştüğünde sabrederse, bu da onun için hayır olur.” (Müslim,“Zühd”, 64)
Peygamberimizin bu hadisinden anlamamız gereken husus kendimizi sorgula-mamızdır. Allah Resûlünün, ideal bir müminin durumunu tasvir ettiği bu tabloya ne kadar yakınız? Evvela, yüce Rabbimizin bizleri imtihan edeceğini haber verdiği hususları göz önüne alalım. Eğer aç susuz yaşamıyorsak, korku ve endişelerle yatıp kalkmıyorsak, neslimizi devam ettireceğimiz evlatlarımız ve geçimimizi sağlayabil-diğimiz bir gelirimiz de var ise, bunlara şükürle karşılık verebiliyor muyuz, yoksa tüm bunların Allah’ın birer nimeti olduğunu unutuyor muyuz? Varsayalım ki, bu durumda hâlimize şükrediyoruz. Ancak bilelim ki, kulluk şükürle bitmiyor. Şükrü gerektiren durumlar ortadan kalktığında, yani zorluklarla baş başa kaldığımızda da sabır gösterip kulluğumuzu devam ettirebiliyor muyuz? Esasen imanımızın ne ka-dar sağlam olup olmadığını burada test ederiz. Hz. Ali’nin de ifade ettiği gibi nasıl ki başsız bir vücudun yaşaması imkânsız ise, sabır olmaksızın imanın kalbe yerleşmesi de mümkün değildir (Abdurrezzâk, Musannef, XI, 469).
İmanın davranışlarımız üzerindeki tezahürlerini sadece iki kavramla özetlemek gerekirse, bunlar sabır ve şükürdür. Şunu unutmamalıyız ki, sabır ve şükür mey-vesinden yoksun bir iman ağacı, çürümeye ve yok olmaya mahkûmdur. Şu halde şükretmemiz gereken yerlerde şükreden, sabır göstermemiz gereken durumlarda da sabreden bir kul olmaya gayret göstermeliyiz. Sahip olduğumuz nimetlerin kadrini, kıymetini bilmeli, bu nimetlerden yoksun kaldığımızda ise sabrın gereğini yerine getirmeli, ümitsizliğe ve telaşa kapılmamalıyız. Yüce Mevlâ’mızın sabredenlerle be-raber olduğunu bir an olsun aklımızdan çıkarmamalıyız.