“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz. Sabredenleri müjdele. Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler. İşte Rableri katından rahmet ve merhamet onlaradır. Doğru yola ulaştırılmış olanlar da işte bunlardır.” (Bakara, 2 /155-157)
Kur’an-ı Kerim’de yüce Allah’ın çok sabırlı olduğunu ifade eden birçok âyet-i kerime vardır. Bu itibarla çok sabreden anlamına gelen “sabûr” kelimesi Esmâü’l-Hüsna/Allah’ın güzel isimlerinden birisidir (Bk. Tirmizî, “Da’avât” 81). Yüce Allah’ın kullarına ihsan buyurduğu en hayırlı lütuflardan birisidir sabır. Ebu Saidi’l-Hudrî (r.a), “Hiç kimseye sabırdan daha hayırlı ve daha geniş bir ihsanda bulunulmamış-tır.” (Buhâri, “Zekât”, 50) demiştir. Eğer insana sabır ve metanet gibi önemli özel-likler bahşedilmemiş olsaydı dünyada başına gelebilecek muhtemel olumsuzluklar karşısında çaresizlik girdabına düşerek yaşama ümidini kaybedebilirdi. Bu itibarla sabır her türlü olumsuzluklar karşısında insanı hayata bağlayan en büyük bir nimet olarak algılanmalıdır.
Zikrettiğimiz âyette belirtildiği gibi insan dünya hayatında çeşitli şekillerde sı-kıntı ve musibetlere maruz kalabilir; korku ve açlığa/kıtlığa duçar olabilir, mal ve canına zarar gelebilir ve doğal afetlerle karşılaşabilir. Bu durumda bile müslüman hayattan ümidini kesmez. Allah’ın bahşettiği sabır ihsanı sayesinde aklını kullana-rak çıkış yolu arar. Hz. Peygamber (s.a.s)’den rivayet edilen bir hadiste müminlere musibetler anında şöyle davranmaları buyrulmuştur:
“Sevabın çokluğu, belânın büyüklüğüne göredir. Allah (c.c) bir topluluğu sevdiği zaman, onları muhtelif musibetlerle imtihan eder. Kim bu musibetleri sabırla karşı-larsa Allah Teâlâ ondan hoşnut olur. Ve kim musibetleri sabır ve tevekkülle karşıla-maz isyan ederse o da Allah (c.c)’ın gazabına müstahak olur” (İbn Mâce, “Fiten”, 23).
Bu bakımdan başımıza gelen hadiseler musibet ve felaket cinsinden de olsa bunlardan ders çıkarıp ibret almak suretiyle hem Allah’ın gazabından hem de daha büyük felaketlere düşmekten emin olmanın gayreti ve tedbirleri içerisinde olma-mız gerekir. Dolayısıyla sabır, sadece feryat ve figan etmekten kaçınıp boyun büke-rek beklemek değildir. Mümin öncelikle vakayı kabul ederek Allah’ın korumasına ve yardımına sığınır ve daha önceki durumundan daha güzel bir sonuca nasıl eri-şebileceğinin gayreti ve çalışması içinde olur. Böyle bir mümin de Allah’ın sevgi-sini ve yardımını kazanmış olur. Demek ki başımıza gelen musibetler Allah’ın bizi sevmediği anlamında değildir. Zira insan olmanın bedeli nimet ve bela ile iç içedir. Allah’ın bir imtihan vesilesi olarak dünyada kurduğu düzende iyiliklerle kötülük-ler, nimetle külfet beraber yürür. Nimetlere ve iyiliklere şükretmek kadar musibet anında metaneti korumak erdemli bir mümin olmanın işaretidir. Hz. Peygamber “Sabır, musibetle karşılaştığın ilk andakidir” buyurmak suretiyle (Buharî; “Cenâiz” 43) insanı her yönüyle sarsabilecek hadisenin ilk anında bilinçsizce davranışlarda bu-lunarak daha kötü bir sonuca düşmekten bizleri sakındırmak istemiştir.
Bir Müslüman için ölüm hadisesi gerçekte bir musibet değil, Allah’ın mutlak takdiri ve ebedî âleme geçiş kapısıdır. Dünya hayatında Allah’ın yarattığı bir kural olarak ölüm bazen en yakınımızı, en çok sevdiğimizi, göz bebeğimizi genç yaşta bizden ayırabilir. Böyle bir hadiseyi dahi sabır ve metanetle karşılayan bir müs-lümana Resûlullah’ın verdiği müjde sadece bir teselli değil, aynı zamanda olaylar karşısında kendisini kaybetmeden teenniyle hareket etmenin güzel bir sonucu, dünyada da beraberinde getireceğinin de müjdesidir: Nitekim sevgili peygamberi-miz şöyle buyurmaktadır:
“Bir kulun çocuğu ölürse, Allah meleklere şöyle söyler: ‘Kulumun çocuğunu kabzetti-niz!’ ‘Evet’ derler. ‘Kalbinin meyvesini elinden aldınız’ Melekler; ‘Evet’ derler. Allah tekrar sorar: ‘Kulum ne dedi?’ ‘Sana hamd etti ve herkesin dönüşü Allah’adır, dedi.’ derler. Bu-nun üzerine Allah Teâla şöyle emreder: ‘Öyleyse, kulum için cennette bir köşk inşa edin ve bunu Beytu’l-hamd (hamd evi) diye isimlendirin.” (Tirmizî, “Cenâiz”, 36)
Demek ki dünya hayatında başımıza gelen hadiseler karşısında bedbin olma-dan, teenni, sebat ve vakarla yürüyebilirsek kendimizi dünyada başımıza gelmesi muhtemel daha kötü sonuçlardan koruduğumuz gibi ahirette de Allah’ın cennetiyle mükâfatlandırılmış oluruz. Nitekim âyet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Sabretmenize karşılık selam sizlere. Dünya yurdunun sonucu (olan cennet) ne güzel-dir!” (Ra’d, 13/24)