Manisa Kırkağaç’a bağlı Gelenbe bucağında doğan, edebiyâtımızın, halefi Neyzen Tevfik’le birlikte en tanınmış heccavı Şâir Eşref, dil, matematik ve mantık, astronomi, kelâm alanlarında eserler vermiş 18. asrın ünlü âlimi Gelenbevî İsmail’in soyundan gelmektedir. Şâir Eşref, memûriyete 1870’te Manisa’da tahrîrât kaleminde başlamış, Akhisar ve Alaşehir’de mal müdürlüğü görevlerinde bulunmuştur. 1878’de İstanbul’a gelip üçüncü sınıf kaymakamlık imtihanını kazandıktan sonra aralarında Fatsa, Ünye, Garbîkaraağaç’ın bulunduğu pek çok yerde kaymakamlık yapmış ve yine bu görev uhdesindeyken 1902 Aralık’ında, evinde Jön Türklerle ilgili bazı evrak bulunması dolayısıyla İzmir’de tutuklanmıştır. Kısa bir süre tutuklu kalıp çıktıktan sonra tekrar jurnallenmek korkusuyla ve istibdat idâresinden “Nefret etdim bâdemâ Osmanlı nâmı istemem / Yok mu istikrâha hakkım söyle Allah aşkına? / Pâdişâhım başka bir lutf istemem senden, fakat / Tâbiîyetden beni affeyle Allah aşkına!” mısrâlarıyla yakınarak Mısır’a kaçan Eşref, bir süre Avrupa’da da bulunmuştur. Paris’te Jön Türklerin takıldığı mahfillerde görünen usta hicviyeci, bu yurtdışı menfâlarında ve bilhassa Mısır’da çeşitli hiciv dergileri çıkarmış ve Sultan Hamid idâresine karşı şiddetli bir muhalefet yürütmüştür. II. Meşrûtiyet’in îlânından sonra memlekete dönüp vâli yardımcısı olarak memûriyete devâm etmiş; fakat bir süre sonra emekli edilerek “Ağzıma her ne gelirse söylerim / Ne solum Eşref ne sağım var benim / Ölsem ayrılmam vatandan bir karış / Kırkağaç’ta çünkü bağım var benim” mısrâlarıyla muhabbetini izhâr eylediği memleketine çekilmiştir.
Şâir Eşref zekâ dolu ince hicivleri kimi zaman en kaba kelimelerle mısrâlara dökmekten ve mısrâlarında küfretmekten çekinmeyen bir heccavdır. Ayrıca muhalif olmak, onun için sâdece Abdülhamid idâresine karşı olmak değil, neredeyse hemen her şeye îtirâz etmek zarûreti gibidir. “Hastalık mı bendeki, sevk-i tabiî mi nedir? / Eylerim her nerde görsem nûru, nârı îtirâz” demesi ve öte dünyâda yapılacak taksîmatta cennete bile îtirâz etmekten korkması kendi tabiatı hakkında samîmî bir itiraftır; fakat yine de onun şiirlerindeki baş düşman, Sultan Hamid’dir. Pâdişâhın Selanik’e gönderilip Alâtin Köşkü’nde zorunlu ikâmete tâbi tutulmasından sonra yazdığı bir şiirde hac zamânı Selanik’e yolu düşenlerin neşeyle gezmelerini, Alâtin Köşkü’ne yolları düşerse yedi taş atmalarını söyler; zîrâ orası Selânik civârındaki şeytan taşlama yeridir: “Mevsim-i hacda Selânik’te iken yoksa işin / Neşvenâk ol o güzel beldede et geşt ü güzâr / Alâtin Köşkü’ne uğrarsa yolun at yedi taş / Çünkü şeytan yeridir Kâbe-i ahrâra civâr.” Eşref, ne yazık ki Abdülhamid dönemi baskısının yerini bir başka istibdâda terk ettiğini görünce “Devr-i istibdadda söz söylemek memnû idi / Söyler isen ağlatırlardı ananı…” mısrâlarıyla başlayan dörtlüğünde Meşrûtiyet’ten sonra daha da kötü işler olduğunu ifâde etmiş ve umduğu hürriyeti bu yeni devirde de bulamamış bir merdümgirîzdir. Öyle ki insanlara dönük bu bıkkınlığını “Kabrimi kimse ziyâret etmesin Allah için / Gelmesin reddeylerim billâhi öz kardaşımı” mısrâlarında dile getirmiş; fakat son iki mısrâya sığan “Gözlerim ebnâ-yı âdemden o rütbe yıldı kim / İstemem ben fâtihâ, tek çalmasınlar mezar taşımı” arzûsunun hilâfına, vefâtından 16 sene sonra mezar taşı tahrîb edilmiştir.
Göktürk Ömer