Adapazarı’nda, tanınmış, varlıklı bir tüccar âilenin çocuğu olarak dünyâya gelen öykücü Sait Faik, yabancı dilde eğitim veren ilk mektep hayâtından sonra Adapazarı İdâdîsi’ne devâm etmiş, lise eğitimini İstanbul ve Bursa’da tamamlamıştır. A. Kabaklı, ilk hikâyesinin, 1926’da Bursa Lisesi’nde öğrenciyken yazdığı “İpekli Mendil” olduğunu kaydetmiştir. O. Okay’a göre ise ilk hikâyesi, buradan mezun oluşundan bir yıl sonra, 1929’da Milliyet’te yayınlanan “Uçurtmalar”dır. Sait Faik, Dârülfünûn’un edebiyat şubesine yazıldıysa da buraya iki yıl devam ettikten sonra İsviçre’ye ekonomi tahsili için gönderildi; fakat tahsilden kademkeş olduğundan, orada duramayıp Fransa’nın Grenoble şehrinde üç yıl serâzat bulunduktan sonra herhangi bir diploma alamadan yurda döndü. İlk şiiri “Hamal”, Avrupa’da bulunduğu 1932 yılında Mektep dergisinde yayınlanmıştır.
Babasının isteğiyle girdiği ticârette de tutunamayan Sait Faik, kısa süreli olarak öğretmenlik ve adliye muhabirliği yapmış, babasının vefâtından sonraysa hepten başıboş bir hayâta geçerek âile servetinden yemek sûretiyle yaşamını sürdürmüştür. Bilhassa Avrupa’dan döndükten sonra yazdığı öyküleriyle kendine has bir çığır açan ve edebiyâtımızda, Ömer Seyfeddin’den sonra yeni bir merhale olarak kabûl edilen ve Türk öykücülüğünün, kendisiyle birlikte, diğer türlere nazaran “üstün bir gelişme göstermesi”ni sağlayan Sait Faik, bu târihten önce, genellikle Mauppasant’ın veya Zola’nın etkisiyle şekillenen iki damarın belli başlı özelliklerinin, “kişiliğini yitirmeden” etkisinde kalmış; daha önce gerek sosyal gerçekçilikten etkilenerek belli bir tezi savunan, gerek küçük bir roman gibi belli bir olay etrafında kurulup ilerleyen öykücülüğümüze, alışılmış yapıyı çözerek çeşitli kısa tahliller, daha ziyâde çağrışımlar ve belli bir ân içindeki insan davranışlarına, parlama ve sönümlerine ilişkin tasvirler getirip, bilhassa tez ve iddialardan arındırılmış metinler kurmuştur. Hikâyelerinde, bilhassa Fransa’da olduğu yıllarda André Gide’den etkilendiğini, sonraları pek çok öyküsünü çevirdiği yazara, kendi ifâdesiyle, çok alıştığını biliyoruz. Öykücümüzün, bu Fransız ustasıyla, özellikle insan ve tabiat sevgisi açısından önemli oranda örtüşmesi söz konusudur. Ayrıca her ikisinin de, zengin âilelerden gelmekle birlikte başka sosyal çevreleri ele almış olmaları ilginç bir benzerliktir.
Sait Faik belli bir düşünce üzerinde temâyüz etmiş, çeşitli ideolojilerin ölçüt, arayış ve gayeleri içerisinde yazmış bir öykücü değildir. Hikâyelerinde bu bağlamda izler görünmez; genelde orta ve alt tabakadan insanların, fakir muhitlerin, taşradan İstanbul’a gelenlerin yalnızlık ve iç sıkıntılarını yansıtsa da bu insanların ekmek kavgalarını değil, kanaatkâr sevinçlerini, kederlerini ele alır. Onun hikâyelerindeki insan kadrosu içinde kibar zümre yoktur, hatta bu tip insanları sevmediğini de söyler; fakat bu sevmeyişin arkasında hiçbir ideolojik sâik arayamayız; zîrâ onları sevmemesinin sebebi, kendi ifâdesine göre, yaşamaktan hiç zevk almamalarıdır. Onun hikâyelerinde çocukluk, ilk gençlik yıllarının ve İstanbul hayâtının şahsî tecrübeleri gerek çevre gerek insanlar üzerine yansıtılmıştır. Kabaklı’nın tâbiriyle, “bütün hikâyelerin kahramanı kendisidir” ve o hikâyelerde, “şehir olarak Adapazarı, Bursa, Grenoble ve İstanbul, yani yaşadığı, iyi tanıdığı çevreler vardır.” O. Okay da toplam 206 hikâyesinden 169’unun ben merkezli olmasının, bunların yaşanmış birer hâtırâ olarak değerlendirilebileceği yolunda düşüncelere sebep olduğunu belirtmiştir. Sait Faik, hikâyelerinde, o zamana kadar yazı dilinde pek rastlanmayan kelime ve deyimleri kullanmış; fakat bunu yaparken ister Anadolu’dan gelmiş olsun ister İstanbul’un yerlisi olsun, bütün karakterlerini canlı bir İstanbul halk şivesiyle konuşturmuştur.
Sait Faik’in, 1940’da tefrîka edip 1944’te kitap olarak yayınladığı Medâr-ı Mâişet Motoru ve 1953’te yayınlanan Kayıp Aranıyor adlı romanları, hikâyeleriyle kıyaslanmayacak ve kendisini bu vâdide ortaya koyamadığı eserleridir. Diğer yandan, hikâyelerinde belli bir şiiriyet olan Sait Faik, o zamana kadar yayınladığı şiirlerini, 1953 yılında, Şimdi Sevişme Vakti adlı kitabında toplamıştır.
1935’ten îtibâren yazları Burgazada’da, kışları Şişli’deki apartman dâiresinde geçiren ünlü öykücü, sürdürdüğü bohem hayatının neticesinde kırklı yaşlarının başında siroza yakalanmış, tedâvi için Fransa’ya gitmiş; fakat iyileşmesi amacıyla mecbur tutulduğu perhizi çok fazla sürdüremeden eski îtiyâdlarına geri dönmüş ve bu sebeple genç yaşta hayâtını kaybetmiştir. Sait Faik, ölümünden bir yıl önce, çağdaş edebiyâta yaptığı katkılar sebebiyle Amerika’daki Mark Twain Derneği’nin onur üyeliğine seçilmiştir.
Göktürk Ö. Çakır