Güney Azerbaycan’ın merkezi Tebriz’in Bağmeşe mahallesinde dünyâya gelen büyük Türk şâiri ve “söz mülkünün Şehriyâr’ı” Mehemmed Hüseyin’in çocukluğu, Tebriz’deki Meşrûtiyet hareketi devresinde geçmiştir. İlk tahsîlini ünlü bir avukat olan, aynı zamanda şiir ve mûsıkîye düşkün bir hattat olarak da temâyüz etmiş babasının rahlesinde görmüş; ilk ve orta öğrenimini Tebriz’de –önceki adı Perveriş İlkokulu olan- Medrese-i Müttehîde ve Füyûzat Ortaokulu’nda sürdürerek Tâlibiye Medresesi’nde Arap dili ve edebiyâtı okuyup özel derslerle Fransızca öğrendikten sonra, 1921’de Tahran’a gitmiş; lise eğitimini burada tamamlayıp 1923’te Tıp Fakültesi’ne kaydolmuştur. İlk şiirleri, Tebriz’deki eğitim dönemi içinde, 1920 yılında Edeb dergisinde yayınlanan Şehriyâr, tıp eğitimini, fakülteyi bitirmesine birkaç ay kala, âşık olduğu Süreyya adlı kıza emniyet teşkîlâtının üst düzey yöneticilerinden birinin tâlip olması sebebiyle önce tutuklanıp, Tahran’ı terk etmek şartıyla serbest bırakılarak Nişâbur’a menfî olunca, yarım bırakmıştır. Kendi ifâdesiyle, “nakâm aşkının son görüşmesine hasrolunmuş son intizârı” olan “Behcetabad Hatiresi” adlı şiiri, o görüşmeye gelemeyen Süreyya için yazılmıştır.
1929’da, yâni Tıp Fakültesi’ni bırakmak zorunda kaldığı sene içinde, ilk şiir kitabı olan Sadâ-yı Hudâ’yı yayınlayan şâir, 1932’de devlet memûru olmuş ve 1935’e kadar Horasan’ın muhtelif yerlerindeki noter bürolarında görev yaptıktan sonra, mezkûr yılda Tahran’a dönmüş, memûriyetine burada, bir bankada muhasebeci olarak, devam etmiştir. Bir yıl önce kaybettiği babasının ıstırâbıyla bir buhran devresine girerek dostlarından uzaklaşıp inzivâya çekilen, hatta bu süreçte tasavvufa meylederek Zehebiyye tarîkatine giren şâir, ilk Türkçe şiirini ve belki bu vesileyle sonraki Türkçe şiirlerini de borçlu olduğu annesini 1952’de kaybedince Tahran’ı terk ederek tekrar Tebriz’e yerleşir. Türkçe konusundaki bu uyanışı, annesinin, “Oğlum, deyirler sen böyük şâir olmuşsan, amma men senin dediyin şe’rleri başa düşmürem. Beş niye menim dilimde demirsen? Bir az da menim dilimde söyle ki, men de başa düşüm” talebiyle gerçekleşmiş ve bu talep ona hece vezniyle 76 beşlikten müteşekkil “Heyderbaba’ya Selam” adlı ünlü şiirini yazdırmıştır. İlk defa 1954 senesinde Tebriz’de basılan bu şiire, Türkiye’de ilk defa Türk Yurdu dergisinin 241. sayısında (1955) “Edebî Bir Hâdise” başlıklı yazısıyla Mehmed Emin Resulzâde değinmiş; kısa zamanda Türk coğrafyasının her yanına ulaşan şiir, Pehlevîlerin Farslık gayretiyle yasakladıkları Türkçe’nin, Azerbaycan tabiatının mûtena bir yükseltisine düzülmüş lirik ve pastoral bir sayhası olarak ölümsüzleşmiştir. Yayınlanır yayınlanmaz akisleri duyulmaya başlanan, yarattığı etkileşim içinde gerek Azerbaycan gerek tüm Dünya Türklüğünün meselelerinin tartışılmasına zengin bir katkı da sağlayacak şekilde Türkiye, Kuzey ve Güney Azerbaycan’da gerek Türkçe gerek Farsça manzum ve mensur mektuplarla yüzlerce nazîre yazılan “Heyderbaba’ya Selam”, İran’da Türkçe edebiyâtın gelişmesinde çok önemli bir rol oynamış ve bir ekol, bir Şehriyâr Mektebi oluşmasını sağlamıştır. Öyle ki, Y. Gedikli onun Türk ülkeleri üzerindeki tesirinin Ahmed Yesevî, Ali Şir Nevâî, Yûnus Emre ve Fuzûlî gibi büyük isimlerle kıyaslanabileceğini kaydetmiştir. Y. Akpınar da şâirin ferdî gelişimi bağlamında yaptığı değerlendirmede, bu şiirdeki insânî, içtimâî, millî problemlerin dar çerçeveler içine sıkıştırılmayıp beşerî plâna taşacak geniş bir kavrayışla ifâde edilerek Şehriyâr’ın sanatına daha büyük ufuklar, “mahallîden millîye, millîden beşerîye uzanan büyük bir derinlik” verdiğini ifâde etmiştir. 1964’te Hoşginab’a giden şâir, “Heyderbaba’ya Selam”ın 49 beşlikten oluşan ikinci bölümünü yazar ve bu şiir de 1969’da yine Tebriz’de yayınlanır.
İlk olarak 1949 – 1957 yılları arasında Farsça şiirleri Külliyyât-ı Dîvân-ı Şehriyâr başlığıyla beş cilt hâlinde neşredilen Şehriyâr’ın, Bergüzide-i Eş’âr-ı Türkî ve Külliyât-ı Eş’âr-ı Türkî Şehriyâr başlıklarıyla Türkçe şiirleri de neşredilmiştir ve Y. Gedikli’nin tesbîtine göre 92 Türkçe şiiri bulunmaktadır. Şehriyâr, 1979’da şahlık rejiminin yıkılmasını sağlayan İran İslâm devrimini heyecanla karşılamış, Humeynî ve devrim için pek çok Farsça şiir de kaleme almıştır. Türkçe şiirlerinin toplu neşri 1981’de Yahyâ Şeydâ tarafından Tebriz’de Şehriyâr ve Azerbaycan Dilinde Eserleri adıyla neşredilen şâirin Türkçe âsârını değerlendirenler, belli başlı duyarlılık noktaları tesbît etmişlerdir: Şiirlerinde şah rejiminin sert bir dille eleştirisine dayanan; rejim karşıtı aydınların öldürülmesine, petrol meselelerinde Batılı işbirlikçilerle hareket edip halkı gözetmeyenlere yönelen târizlerle siyâsî ve sosyal meseleleri de işleyen Şehriyâr’da kuvvetli Türkçü duyguların da tebellür ettiği görülmektedir: Türkçe sevgisini ortaya koyduğu “Derya Eledim” şiirinde, “Türkînin canın almışdı hayâsız tağut” diyerek yine Fars rejimine öfkesini izhâr etmiş, “Törk Övladı Geyret Vahtıdır” şiirinde, Azerbaycan ve Türkiye Türklüklerini ayıran Kiril ve Latin alfabelerine “şeytan elifbası” diyerek hücum etmiş, Türk gençlerine İslâm’da birleşip Türklüğün her iki dünyâsını da düzeltmelerini salık vermiştir. Çünkü onun nazarında Türkiye ve Azerbaycan Türkleri, yâni Oğuz çocukları, “dili, dini, ganı bir gardaş”lardır. O, “Türk’ün Dili” şiirinde, “Türk’ün meseli, folkloru dünyada tekdir” diyerek milletini tebcil etmiş; Türkiye’den doğup Kuzey ve Güney Azerbaycan’ı ikiye bölerek Hazar’a akan ve oradan Türkistan sâhillerine ulaşan Aras Nehri’ne, Y. Gedikli’nin tâbiriyle onu “arka plânı derin, geniş imajlı bir sembol” olarak kullanarak, Kuzey ve Güney Azerbaycan’ı ayırdığı için sitem etmiştir. 1828’deki Türkmençay Anlaşması’yla bölünen Azerbaycan’ın tasasını her zaman duyan Şehriyâr, “Gelbim sen ile şad olu, sensiz de şad olmaz” diyerek Azerbaycan’ın diğer yarısına hasretini dillendirmiş, Tebriz’den Bakü’ye, “Ayrılığın daşın birden ataydıg / Canı cana malı mala gataydıg” mısrâlarıyla birleşme arzusunu dermeyân etmiştir.
Büyük Şehriyâr, Tebriz’de, Makberetüşşuârâ adlı şâirler mezarlığına defnedilmiş, ölüm târihi, anısına hürmeten Millî Şiir Günü ilân edilmiştir.
Göktürk Ö. Çakır