Eski Türkler’de olduğu gibi Selçuklular’da devlet ve memleket yönetiminde Selçuklu soyunun her ferdinin hakkı vardı. Ülke Selçuklu ailesinin ortak malı olarak kabul edilmekteydi. Devlet yönetimi Sultan Melikşâh zamanında belirli esaslara bağlandı. Bunlar Nizam’ül-Mülk’ün Siyasetnâme adlı eserinde belirtilmektedir. Sultan adına hutbe okutulur, para basılır, büyük mahkemeye başkanlık ederdi. Hükümdarın kapısının önünde günde 5 defa nevbet (askerî mızıka takımı, mehterin ilk hâli) vurulurdu. Hükümdarın en büyük yardımcısı Dîvan’dır. Dîvan-ı Saltanat, 5 önemli dîvandan oluşurdu. Dîvan’a Sultan’ın vekili Vezir başkanlık ederdi. Şehzâdeler eyaletlere gönderilerek devlet ve memleket yönetiminde pişmeleri sağlanırdı. Eyaletlerin başındakilere ise “Melik” unvanı verilirdi.
Başlangıçta tamamen Türkmen süvarilerine dayanan Selçuklu ordusu giderek ücretli daimi ordu şekline dönüştü. Ayrıca ordunun büyük bir bölümünü tımar sahiplerinin oluşturduğu süvariler teşkil etmekteydi. Ayrıca yardımcı kuvvetler, gönüllüler de ordunun önemli unsurları arasındaydı. Silahları devrin klasik silahları olup, ok, yay, kalkan, kılıç, mızrak, gürz, sapan ve mancınık kullanılırdı. Sultan’ın sefere katılmadığı zaman komuta “Emîr-i Sipehsalar” denilen kişilere bırakılırdı.
Eğitim öğretim ilk defa Sultan Alparslan zamanında devletin kontrolüne alındı ve korundu. Yeni baştan düzenlendi. Bağdat’ta ilk örneği yapılan Nizamiye medreseleri zamanla ülkenin birçok merkezinde yaptırıldı. Medreselerde dinî bilgiler yanında müspet ilimler de okutulurdu. Sultan Melikşah zamanında büyük bir rasathane kuruldu (1075), yeni bir takvim yapıldı. Buna Sultan’ın adından dolayı “Takvim-i Celâlî” adı verildi. Bu takvimde güneş yılı esas alınmıştı. Arapça resmî dil, Farsça edebî dildi. Türkçe ise Türkmenler arasında konumunu korudu. Bu dönemde edebiyat, Dîvan Edebiyatı, Tasavvuf Edebiyatı ve Halk Edebiyatı olmak üzere üç dalda gelişti.
Bu devirde yetişen bilgin, şair ve edipler arasında şunları sayabiliriz:
Ömer Hayam (Ölümü 1123): Büyük bir matematikçi idi. Ayrıca rubaîleri ile isim yapmıştır.
İmam Gazalî (1058-1111): Büyük bir mutasavvıf olup “vahdet-i vücut” nazariyesini ortaya koymuştur.
Enverî, Nizamî, Hakanî devrin büyük şair ve ediplerindendi.
Karahanlı Kagarlı Mahmud meşhur eseri Divan-ı Lûgat’it Türk’ü 1074 yılında Bağdat’ta tamamladı. Yesevî tarikatının kurucusu Ahmed Yesevî (Ölümü 1166) Hikmetleri ile ün yapmıştır. Yine bu devirde Edib Ahmed b. Mahmud Yüknekî’nin “Aybet’ül Hakayık” adlı ahlâk kitabı ile ġâir Ali’nin Yusuf ve Züleyha adlı eseri oldukça önemlidir. Devrin büyük veziri Nizam’ül-Mülk’ün Siyasetnâmesi ise devlet yönetimi ile ilgili değerli bir eserdi.
Büyük Selçuklular’da olduğu gibi Anadolu Selçukluları’nda da devlet ve memleket, hükümdar ailesinin ortak malı sayılırdı. Sultan’ın dışında hanedan mensuplarına Melik adı verilirdi. Başlangıçta devlet merkezi İznik iken burasının Haçlılar tarafından alınmasından sonra Konya Anadolu Selçuklu Devleti’nin merkezi oldu. Anadolu Selçukluları’nda da maliye, askerlik, adalet ve yönetimle ilgili devlet işlerine bakmak için Dîvan kurulurdu. Dîvan’a Vezir bazen de Sultan başkanlık ederdi. Vezirden sonra gelen önemli bazı devlet memurlukları şunlardır: Naip, Müstevfî, Pervane, Emîr-i Arız, Tuğraî ve Müşrifi Memâlik idi. Bunlardan Naip Sultan’ın merkezden ayrılması sırasında ona vekâlet ederdi. Maliye işlerine Müstevfî, has ve tımarların verilmesi ve defterlerin tutulmasına Pervane, ordunun maaş ve levazım işlerine Emîr-i Arız, hükümdarın ferman ve emirlerinin hazırlanmasına Tuğraî, maliye ve idare ile ilgili kontrolör işlerine Müşrîfi Memalik bakardı.
Eyaletleri hükümdar soyundan prensler “Melik” unvanıyla yönetirlerdi. Yanlarında tecrübeli bir devlet adamı bulunurdu ki buna Atabeg adı verilmektedir. Eyaletlerdeki askerî işlere merkeze bağlı sü-başılar bakardı. Donanma komutanlarına ise emîr-i sevahil denilmekte idi.
Anadolu Selçukluları’nda toprak devletin malı idi. Bu topraklar (emirî) üç kısımdı:
- İkta: Büyük devlet adamlarıyla sipahilere bir kısım toprağın bir hizmet karşılığı olarak
- Vakıf: İlmî ve toplumsal kuruluşların giderlerini karşılamak üzere ayrılan toprak parçasıdır.
- Mülk: Bu topraklar kişinin özel malı olup, alır-satar, miras bırakabilir, vakıf yapabilirdi.
Adlî işlere kadılar bakardı. Askerî davalara ise ordu bünyesinde bulunan kadıleşker denilen hâkimler bakmaktaydılar.
Anadolu Selçukluları’nda ordu iki sınıf askerden meydana gelmekteydi: Kapıkulu Sınıfı, Tımarlı Sipahi. Kapıkulu Sınıfı askerler hükümdarın şahsına bağlı olup atlı ve yaya olmak üzere kendi arasında ikiye ayrılırdı. Tımarlı Sipahiler ise ordunun temelini oluşturur ve devlet para vermeksizin ikta sahiplerince masrafları sağlanırdı. Ayrıca sınırlarda “Uç” beyliklerinin kuvvetleri de oldukça önemliydi.
Esnaf lonca denilen birliklerle teşkilâtlanmıştı. Güvenliğin sağlanmış olması Anadolu’da ticarî hayatı oldukça geliştirmişti. Dinî tolerans Türk olmayan başka toplulukları da Türk idaresine ısındırmış, Mevlevîlik, Bektaşîlik gibi tarikatların doğmasına ve gelişmesine yardımcı olmuştur. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’den itibaren fikir hayatı, kültürel gelişme en üst düzeye çıkmış tasavvuf alanında Muhiddin-i Arabî, Konyalı Sadreddin, Kirmanlı Evhadî, Ferganeli Sadeddin, Mevlâna Celâleddin Rumî gibi değerler yetişmiştir. Mevlâna Celâleddin Rumî’nin Mesnevî, Dîvan-ı Kebir gibi eserleri oldukça ünlüdür. İlim dili Arapça, edebî dil Farsça idi. Devlet yazışmalarında Arapça ve Farsça’nın yanında halkla olan ilişkilerde Türkçe’ye yer vermekteydi. Halk arasında yaşayan Hamzanâmeler, Ebu Müslim’in Menkıbeleri, Battal Gazi ve Danişmend Gazi Destanları bu devirde kuvvetli bir Türk edebiyatının varlığını ispat etmektedir. Ayrıca Yunus Emre’nin sofiyâne yazdığı Türkçe şiirler Türk toplumunu gerek o devirde gerek daha sonraları oldukça etkilemiştir. Türk dili için önemli bir olay daha cereyan etmiştir ki, bu da Karamanoğlu Mehmed Bey’in “Cimrî Olayı”nda Konya’yı zapt ederek, Türkçe yazmayı ve konuşmayı mecbur kılmasıdır. Ayrıca Türkçe şiir yazan GülĢehrî, İranlı Attar’ın Mantık’ut Tahr adlı eserini Türkçe’ye tercüme eden Hoca Mesud devirn büyük ediplerindendir. Âşık PaĢa’nın ayrıca Garibnâme adlı ahlâkî ve tasavvufî büyük bir manzum eseri daha vardır.
Bu devirde başta Konya olmak üzere, Kayseri, Sivas, Erzurum, Malatya, Niğde, Divriği gibi yerler han, hamam, kervansaray, medrese, cami, kümbet gibi sanat eserleriyle donatılmışlardır. Bunlar arasında Konya’daki ince minare Darülhadisi, Sırçalı Medrese, Kayseri’deki Çifte Medrese, Sivas’taki Gök Medrese, Niğde’deki Hüdavend Hatun Türbesi ilk akla gelenlerdir.