Farsça, sema vuran, yani sema eden, demektir. Sema eden dervişlere, sema-zen denir. Sema’ yapmayı öğrenmek isteyen derviş, sağ avucuna biraz tuz alır, saygılı bir şekilde sema tahtasına gelir. Önce baş keserek, içli bir niyaz arzeder. Daha sonra, sol dizini büküp çökerek çiviyi öper, avucundaki tuzu, çivinin etrafına serper, sonra da, ayağa kalkıp, tekrar baş keserek sema tahtasının üzerine çıkar; çiviyi, sol ayağının başparmağı ile ikinci parmağının arasına takıp, sağ kolu üstte olmak üzere, kollarını göğsünün üstüne çaprazlama bağlayarak, avuçlarıyla omuz başlarını tutar. Sağ ayağını geriye iterek, sol ayağı üzerinde, dönmeye başlardı. Bu yeni öğrenci (Mübtedi)’ye birinci gün, üç; ikinci gün, beş çark attırılır, (yani döndürülür). İlk meşkler, ayaklar, çiviye takılı olarak yapılırken, sonraki aşamalarda kol açmak, direk tutmak, hiç şaşmadan ilerlemek gibi usûller öğretilir. Başarı sağladıktan sonra, eğitim yeri, matbahtaki meşk yerinden, “Semahane” ye kaydırılır. Burada, eteklerin hızlı semâ ile şemsiye gibi açılması öğretilir. Eğitim sonunda, semazen başı mübtediyi sıkı bir sınavdan geçirir, başarılı olma durumunda da, sonuç Şeyh Efendiye arzedilir. Şeyh de sınavı geçen bu dervişe, bir mukabele günü, öğle namazından önce “Mübtedi Mukabelesi” yaptırarak, onu semazenler arasına sokar. Tahir Olgun, Feridun Nafîz, Şair İsmet devrin önemli semazenlerindendir.
Tennure, bend-i hâle-i envâr-ı aşk olub,
Mâh-ı sipihr-i mihr-i vefadır semazen
Avnî