“Semûd ve Âd kavimleri, yüreklerini hoplatacak olan büyük felaketi (Kıyameti) yalanladılar. Semûd kavmi korkunç bir sarsıntı ile helâk edildi. Âd kavmine gelince onlar da uğultulu ve dondurucu şiddetli bir rüzgârla helak edildi. Allah onu kesintisiz olarak yedi gece, sekiz gün onların üzerine musallat etti. Öyle ki (eğer orada olsaydın), o kavmi, içi boş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün. Şimdi onlardan geri kalan bir şey görüyor musun?” (Hâkka, 69/4-8)
Okuduğumuz ayetlerde Allah Teâlâ, Âd ve Semud kavmini helak ettiğini bildire-rek biz insanları bu olaydan ibret almaya çağırmaktadır. Şimdi bu iki kavmin helak sebeplerine birlikte kısaca göz atalım:
Ad kavmi Yemen’in Uman ile Hadramut arasındaki Ahkaf denilen geniş çöl böl-gesinde yaşamış eski ve önemli bir Arap toplumudur. Hûd (a.s) onları hak dine davet etmek üzere peygamber olarak gönderildi. Hz. Hûd, kavmini ikna etmeye çalışırken Allah’ın onlara olan lütuflarını hatırlatarak insanlara zulüm, zorbalık, az-gınlık, fesat çıkarmaktan vazgeçmelerini istiyordu. Allah’a ve ahiret yurduna imana çağırıyor, inkârcılıktan ve isyandan uzak kalmalarını öğütlüyordu.
“Âd kavmi ise yeryüzünde haksız olarak büyüklük taslamış, ‘Bizden daha güçlü kim var?’ demişlerdi. Onlar, kendilerini yaratan Allah’ın onlardan daha güçlü olduğunu gör-mediler mi? Onlar bizim ayetlerimizi inkâr ediyorlardı.”
“O, öldüğünüz, toprak ve kemik hâline geldiğiniz zaman sizin tekrar mutlaka (diril-tilip) çıkarılacağınızı mı vaat ediyor ‘Hâlbuki bu size vaat olunan şey, ne kadar da uzak. Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz Bu, Allah’a karşı yalan uyduran bir kimseden başkası değildir. Biz ona inanmayız. O pey-gamber, ‘Ey Rabbim! Yalanlamalarına karşı bana yardım et!’ dedi. Allah, ‘Yakın zamanda mutlaka pişman olacaklardır!’ dedi. Derken onları o korkunç ses kaçınılmaz olarak kıskıv-rak yakalayıverdi de kendilerini çör-çöp yığını hâline getirdik. Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzak olsun!”
Ayetlerde açıkça görüldüğü gibi peygamberleri Hûd onlara, bu nimetlerin asıl sa-hibinin Allah olduğunu hatırlatarak buna göre davranmaları gerektiğini, kurtuluşla-rının buna bağlı olduğunu bildirmiştir. Fakat onlar bu uyarıyı dikkate alarak Allah’a iman ve şükran borçlarını eda etmeleri gerekirken, tam aksine Hûd’u eleştirip kına-dılar; üstelik nasıl olsa imkânsız olduğunu düşünerek ondan, doğruluğunu kanıtla-ması için kendilerini tehdit ettiği azabı veya felâketi başlarına getirmesini istediler.
Âd kavminin inkârcılıktaki ısrarı üzerine Allah onların üzerine kasıp kavuran bir fırtına göndermiş; bu fırtına Âd kavminin yurdunda yedi gece sekiz gün devam et-miş; sonunda insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yerlere serivermiştir. Âd kav-minin muhteşem sarayları ve köşkleri yerle bir olmuş; böylece yok olup gitmişlerdir.
Semûd kavmi ise Hicaz ile Şam arasındaki bölgede yaşamış olan bir kavimdir. Allah Teâlâ kendilerine Salih (a.s)’i Peygamber olarak gönderdi. Salih (a.s) kendile-rini puta tapmayı bırakarak bir olan Allah Teâlâ’ya iman ve ibadet etmeye çağırdı. İman etmedikleri takdirde Allah’ın azabına uğrayacakları konusunda da uyardı.
Onlar Salih (a.s)’ten karşılarında bulunan kayalıktan mucize olarak dişi bir deve çıkartmasını istediler. Deveyi çıkartması hâlinde iman edeceklerini, aksi takdirde de kendisini “yalancı” sayacaklarını belirttiler. Kur’an-ı Kerim’de olay şöyle aktarıl-maktadır:
“İşte size bir mucize olarak Allah’ın şu devesi… Bırakın onu da Allah’ın mülkünde ye-sin, içsin. Sakın ona bir kötülük etmeyin. Yoksa sizi elem dolu bir azap yakalar.” (A’râf, 7/73)
“Salih, şöyle dedi: İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.” (Şuara, 26/155) buyurularak, ona su verilmesi için nö-bet ve sıra usulüyle bir gün ayrılmış ve Allah’ın arzında yayılmak üzere bırakılması ve kötülükle dokunulmaması, dokunulduğu takdirde elem verici bir azap geleceği haber verilmişti ki, devenin yaratılışı bir mucize olduğu gibi, bu haber de bir mucize oluyordu.
Ne yazık ki Semud kavmi gözleri önünde cereyan eden bu mucizeye de inan-mamış, yalanlama ile karşılamıştır. Yalan kötü bir şey olduğu gibi, gerçek ve doğru olan bir haberin yalan olduğunu söylemek de kötü bir iş, bir yalan; bir peygamberin verdiği haberi yalanlamak ise onu gönderen Allah’ı inkârdır.
Şems suresinde olay şöyle tasvir edilmektedir:
“Semûd kavmi, azgınlığı sebebiyle yalanladı. Hani onların en bedbaht olanı (fesat çı-karmak için) ileri atılmıştı. Allah’ın Resûlü de onlara şöyle demişti: ‘Allah’ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun. Fakat onlar, onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bu-nun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları helak etti ve kendilerini yerle bir etti. Allah, bunun sonucundan çekinmez de!” (Şems, 91/11-15)
Bu iki kavmin akıbetleri, biz Muhammed ümmetine birer ibret levhası olarak bil-dirilmiş, böylelikle bu felâketlerin isyan ve günahlardan geldiği hatırlatılarak Allah ve Resûlüne itaatkâr davranmamız gerektiği hatırlatılmıştır.