“Şeyh, ibnü’ş-şeyh, kıbletülküttâb, kutbülküttâb, şeyhürrâmiyân” gibi sanatını yüceltici unvanlarla anılan hat üstâdı ve Osmanlı hat sanatının en büyüklerinden kabûl edilen ekol kurucu sanatkâr. Şeyh Hamdullah, Sühreverdiyye şeyhi Mustafa Dede’nin torunudur ve 16. asrın önemli entelektüellerinden Gelibolulu Mustafa Âlî’nin hat sanatçılarını ele aldığı Menâkıb-ı Hünerverân’dan öğrendiğimize göre Sultan Bâyezid (II.) devrinde Anadolu’ya gelmiştir: “Şeyh Hamdullah Sultan Bayezid Han bin Mehmed Han zamanında Rum’a gelüb arpalık zeâmetle otuz akçe yevmiye vazifeye mutasarrıf olup husûsa merhûm Sultan Bayezid Han’ın musâhib-i mahremi idi ve vezirlerine mahsûs olan yakınlığını ona da gösterirdi. Mısır fatihi Sultan Selim Han zamanında vefat eyledi ve Osmanlı ülkesindeki bütün hattatlar ona duydukları saygıyı başkalarına göstermemişler” dir. 18. asır biyografı ve kendisi de bir hattat olan Müstakimzâde’nin Tuhfe-i Hattâtîn adlı eserinde ise Buhâra’dan Amasya’ya hicret ve onda tavattun ettiğinden bahsedilir. Bâzı rivâyetler yoluyla bu göçün babası veya dedesi zamanında vukû bulduğunu da öğreniyoruz. Bu kaynakları esas alan Muhittin Serin, Amasya’nın Eslem Hatun mahallesinde doğduğunu belirtmiştir. Yine Menâkıb-ı Hünerverân adlı eserde hat konusunda Türklerin yedi üstâdından biri olarak zikredilir. Aynı kitapta “Şeyhoğlu Hamdi hattı tâ kim zuhûr buldu / Âlemde bu muhakkak nesh oldu hatt-ı Yâkut” mısrâlarıyla övülmüş olduğu da aktarılır. Burada bahsedilen Yâkut hattı, 13. asrın büyük hat sanatçısı, “hüner sâhiplerinin sultânı” olarak anılan Yâkut el-Mustasımî’nin hattıdır. İlginçtir ki onun da Amasyalı olduğu söylenmektedir.
Sultan (II.) Bâyezid’in sarayında kâtip ve muallim olarak görevlendirilen Hamdullah Efendi’nin Sultânın, Yâkut el-Mustasımî’nin hattını göstererek “Bu tarzdan gayrı bir vâdi ihtirâ olunsaydı iyi olurdu” demesi üzerine kendi üslûbunu ortaya koyduğu da kaynakların aktardığı bilgilerdendir. Ortaya koyduğu nesih hat sonrasında Yâkut tertibinin zamanla terk edildiği ve bütün İslâm dünyâsında onun anlayışının bir geleneğe dönüştüğü kaydedilir.
Muhittin Serin’in ifâdeleriyle “Şeyh Hamdullah tavrında harflerin tenâsübü (uygunluk, oran), aralıkları, kelimelerin satıra oturuş vaziyetleri yeniden düzenlenmiş, akıcılık, kıvraklık, sevimlilik ve canlılık getirilmek suretiyle Yâkūt tarzı yazılardaki durgunluk giderilmiştir. Yâkūt üslûbu, Kanûnî Sultan Süleyman devrinde hattın güneşi olarak kabul edilen Ahmed Şemseddin Karahisârî istisna edilirse Şeyh Hamdullah mektebinin yaygınlaşmasıyla devrini tamamlamış, bütün hattatlar Şeyh Hamdullah vadisinde yazmaya gayret etmişler ve bu vadide başarılı olanlar, “Şeyh gibi yazdı” ifadesiyle takdir edilmişlerdir.”
Mustakimzâde’ye göre “Âsarlarından kırk yedi aded kebîr ü sagîr (Büyük – küçük) Mushaf-ı şerîf (Kur’ân) ve bir Meşârık-ı şerîf (Hadis kitabı) ve bin adede bâliğ olur (ulaşan) sûre-i En’âm u Kehf-i şerîf ve sûre-i Nebe’ cüz’ü ve niçe tûmâr (tomar) u kıta’ât u murakka’âtyazıp Sultan Bâyezid Câmi’î’nin mihrâbı üzerinde ve kubbesinde ve orta kapısında olan târîhi onların yâdigârlarıdır. Ondan mâ’adâ At Meydanı başında Hazîne-dârbaşı Fîrûz Ağa ve Dâvûd Paşa Câmi’leri kapısında olan târihler onların eser-i kalemleridir.” Ayrıca Şeyh Hamdullah, Okmeydanı Dergâhı yakınlarında adına nişan taşı dikilmiş “menzil sâhibi” bir okçudur.
Göktürk Ömer Çakır