Ahmed Refik’in, “Hoca Sâdeddin Efendi’nin Haçova besâletinden sonra ulemâ mesleğinde tedricî bir inhitat hâsıl olmaya başladı. Bu sükûn içinde muhteşem bir sîma, hassas bir şâir, âşık bir şeyhülislâm, meşîhatta ibkâ-yı nâm etti. Bu sîma, Şeyhülislâm Yahya Efendi’ydi” sözleriyle övdüğü şâir şeyhülislâm Yahya Efendi, Bayramzâde Zekeriyya Efendi’nin oğlu olarak İstanbul’da doğdu. Çeşitli hocalardan ders aldıktan ve 1580’den îtibâren aralarında Sahn ve Atik Valide Sultan medreselerinin de bulunduğu pek çok medresede 16 yıl boyunca müderrislik yaptıktan sonra sırasıyla Halep ve Şam kadılıklarında bulundu. 1600’de azledilip dönmesini tâkîben Bursa, Edirne ve İstanbul kadısı olarak çalışan Yahya Efendi, 1605’te önce Anadolu, kısa bir süre sonra da 1617’ye kadar fâsılalarla üç kere deruhte edeceği Rumeli kazaskerliğine getirildi. 1622’de şeyhülislâm olan Yahya Efendi, 1634’e kadar –kazaskerliğinde olduğu gibi – yine fâsılalarla üç defa bu göreve getirildi ve son nasbından sonra ölümüne dek bu vazifede kaldı.
Ahmed Refik, şiire meclûb olduğunu söylediği IV. Murad’ın döneminde Yahya Efendi’nin bilhassa Bağdat seferinden îtibâren pâdişahla dâima berâber bulunduğunu, şiiriyle gönüllerde, nüfuzuyla sarayda hüküm sürdüğünü; fakat kendi tâbiriyle bu “fazl ü kemâl devri”nden sonra gelen Sultan İbrâhim’in “zevk ve sefahat, sihr ü füsun” devrinde müfsidlerin tahrîkiyle sultânın paylamalarına düçâr olmak gibi önceki devirde görmediği düşkünlükler sebebiyle 1644 Şubat’ında öldüğünü yazmıştır.
Yahya Efendi daha ziyâde gazelleriyle bilinen rindmeşrep bir şâirdir. Gazel bahsinde adı Bâkî’yle anılmış, onunla Nedîm arasında bir köprü vazifesi gördüğü yazılmıştır. Bir şeyhülislâm olmasına rağmen dîvânında küçük bir naat dışında dinî şiirler yer almamış, hatta bir vâiz tarafından câmide halka okunarak küfürle ithâm edilmesine sebep olacak “Mescidde riyâ-pîşeler etsin ko riyâyı / Meyhâneye gel kim ne riyâ var ne mürâî” gibi gayet serbest şiirler yazmıştır. Yine bir şeyhülislâma yakıştırılamayan âşıkâne gazelleri de vardır ve bunlar pek güzeldir: “Âşık odur ki yâri işiginde cân vire / Mecnûn-ı gâfilün harekâtı yabânedür” mısrâlarıyla sevgili yolunda ölmeyi, “Dilde dâ’im âteş-i aşkı yakar dâg üzre dâg / Hamdü li’llâh rüzgâr ol şevk ocagın bozmadı” mısrâlarıyla aşk ıstırâbını yücelten, “Pervâne gibi yanmayıcak nâr-ı aşka ten / Ol şem-i hüsne vasl olımazsın cihânda sen” mısrâlarıyla bu ıstırâbı çekmeden vuslata erilemeyeceğini terennüm eden Yahya Efendi, yine Ahmed Refik’in tâbiriyle muhteris bir muhite vedâ ederek Sultan Selim Camii civârında, Çarşamba’ya defnolunmuştur.
Göktürk Ömer Çakır