“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: Şüphesiz Allah size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O halde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim, 14/22)
Allah’ın mesajlarını umursamayan toplum önderleri ile onları körü körüne taklit eden zayıf karakterli zavallı insanlar arasında cereyan edecek olan ve yararsız piş-manlıkların dile getirildiği ibret verici konuşmanın ardından bir başka ibret dolu sahne ile karşı karşıyayız. Bu çarpıcı tabloda ise, artık herkesin yeri yurdu kesinleş-tikten sonra şeytanın, cehennemi hak edenlere son bir çift sözü olduğunu görüyo-ruz. Gerçekte Allah’ı inkâr etmeyen ve dünyadayken insanlara hep yalan söylediğini itiraf eden şeytanın bu konuşmasından çıkaracağımız ders şudur: Şeytanın gücü bizim zayıflığımızla doğru orantılıdır. Yüce Rabbimiz bu ahiret sahnesinde şeytanın insan üzerinde gerçekte bir yaptırım gücüne sahip olmadığını bizzat şeytanın ağzıy-la söyletmiş olması ise bu gerçeği zihinlerimize iyice yerleştirmemiz içindir.
Bu ayet her şeyden önce bizlere sorumluluk duygusu ve bilincini aşılamayı he-deflemektedir. Şöyle ki, şeytanın davranışlarımız üzerinde zorlayıcı bir etkisi olma-dığına göre hatalarımızdan kendimizi sorumlu tutmaktan başka çaremiz kalmıyor. Bizim zaaflarımızdan ve yanlış eğilimlerimizden yararlanan şeytan, Allah’ın haram kıldığı çirkin şeylere sanal bir güzellik görüntüsü vermek suretiyle bu eğilimlerimizi davranış düzeyine aktarmamıza sadece yardımcı oluyor. Yani ahirette “beni değil kendinizi suçlayın” diyecek olan şeytan aynı zamanda ilk defa doğru konuşmuş ola-cak. Dolayısıyla istemediğimiz bir neticeyle karşılaşacak olursak şeytanı ve de onun görevini icra eden dostlarını kınama hakkımız olmayacak. Çünkü kendi özgür ira-demizle yaptığımız tercihler neticesinde bu kötü sonuca ulaşmış olacağız. Bir başka ayette bu gerçek yine şeytanın dilinden şu şekilde ifade edilmektedir:
“Rabbimiz! Ben onu azdırmadım, fakat kendisi derin bir sapıklıktaydı.”
Şeytanın yaptığı ise vesveseden ibarettir. O bize bir kötülüğü yapmamız için an-cak telkinde bulunabilir. Bundan öteye geçemez. Asıl kararı verecek olan irademiz-dir. Ama o her fırsatta zihnimizi kurcalamaya devam edecektir. En basit yanlış bir eğilimimiz bile onu harekete geçirecektir. Allah Resûlü’nün “şeytan, insanda kanın aktığı yerlerde dolaşır” (Buharî, “İtikâf”, 8) hadisi, şeytanın bu fonksiyonunu en güzel bir şekilde izah etmektedir.
Tam bu noktada Kur’an ünlü müfessir, Fahrettin er-Râzî’nin “nefis” ile şeytanı özdeşleştiren yorumu kayda değerdir. Şöyle diyor Büyük Müfessir: “Bu ayet göste-riyor ki, asıl şeytan nefistir. Çünkü şeytan sadece kötü telkinde bulunduğunu açıkça söy-lemektedir. Şayet insanın nefsinde şehvete, öfkeye, yanılgılara ve boş şeylere yönelik bir eğilim olmasaydı, şeytanın bu vesvesesinin hiçbir etkisi olmazdı.”
Şu halde irademiz ne kadar zayıf olursa şeytanın üzerimizdeki gücü ve etkisi de o kadar fazla olacaktır. Yüce Rabbimizin bizler için koyduğu ilkeler ve gönderdiği elçi-lerinin rehberliği doğrultusunda hareket etme kararlılığını gösterdiğimiz müddetçe şeytan ve dostlarının bizi yanlış yollara düşürmek için yaptıkları planlar, kurduk-ları tuzaklar ve sinsi çabaları hiçbir sonuç vermeyecektir. Öyleyse ahirette şeytanla yüzleşmemek için bu dünyada sık sık kendimizle yüzleşmeli, nefsimizi hesaba çek-meliyiz. Aksi halde pişmanlığın fayda sağlamayacağı o gün ne şeytan ne de onun huyunu kapmış dostları bize yardımcı olabilirler.