G. Sayar’ın aktarımıyla, kendi kaleminden, “Vâlid-i mâcidim, enis-i rûhum […] Fâtih Tabhane Medresesi’nden mezun, dersiâm rütbesini hâiz […] neyzen […] birçok eserler ve risâleler vücuda getiren […] Tırnovalı İstanbul muhaberât-ı umûmîye müdürü” olarak tanımladığı Mustafa Enver Bey ile soyu 17. asrın büyük mutasavvıflarından Şemseddin Sivâsî’ye dayanan, 19. asrın mühim hattatlarından Mehmed Şevki Efendi’nin kızı Safiye Hanım’ın oğlu olarak İstanbul Haseki’de dünyâya gelen hekim, tıp târihçisi, hattat, müzehhip, ressam ve Türk kültürünün velûd araştırıcısı mütebahhir bir âlim olan Süheyl Ünver’e, Ahmed Sehîl adı verilmiş, rüşdiye tahsîli esnâsında ismini Süheyl’e çevirmiştir. İlk eğitimini babasından alan ve okul hayâtı 1908’de gitmeye başladığı Menbâü’l-irfan adlı özel bir okulda başlayan Süheyl, 1911’de buradan şehâdetnâme alır ve lise eğitimini Mercan İdâdîsi’nde sürdürmeye başlar. Bu okulun son senesinde, resim yapma yeteneğini fark eden hocası Kemal Bey’in vâsıtasıyla gıyaben Üsküdarlı Ali Rıza Bey’in takdîrini kazanır. 1915’te gireceği Mekteb-i Tıbbiye yıllarında, “rûhumun mürebbîsi” diye andığı Ali Rıza Bey’den resim dersleri almak dışında ahlâkî salâbeti, vatan ve millet sevgisini öğrenmiş; 1916 – 1923 yılları arasında Medresetü’l-hattâtîn’de önde gelen hocalardan hat, tezhip ve ebru eğitimi alarak, aliyyülâlâ derecesiyle icâzetnâme sâhibi olmuştur. Ayrıca bu yıllarda dönemin ünlü mutasavvıfı Balıkesirli Abdülaziz Mecdî (Tolun) Efendi’nin sohbetlerine katılmıştır.
Bu tasavvuf sohbetleri, Tolun’un vefâtına dek, yirmi iki yıl sürecektir. 1920’de Tıbbiye’yi bitiren ve hekimlik stajına başlayabilmek için gerekli imtihanlardan geçerek 1921’de diplomasını alan Ahmed Süheyl, Gurebâ Hastânesi’nde deri ve frengi hastalıkları ihtisâsını 1923’te tamamlamış, ancak dâhiliye mütehassısı olmak için İstanbul Şehremâneti Haseki Nisa Hastânesi’ne dâhiliye ve intâniye asistanı olarak girmiştir. 1925’te ek bir görev olarak Mekteb-i Sanâyî hekimliğini, ayrıca bu okulda Sınâî Hıfzıssıhâsı derslerini uhdesine alan Süheyl’in ilk kitabı da Sınâî Hıfzıssıhâsı adıyla 1927’de taşbaskı olarak okulun matbaasında basılmıştır. Haseki Hastânesi’ndeki ihtisâsını aynı yıl tamamlayan ve hocası Âkil Muhtar (Özden)’ın tavsiyesi ve maddî muavenetiyle Paris’e Pitiê Hastânesi’nde Prof. Dr. Marcel Labbe’nin yanında dâhiliye, nütrisyon ve tüp digestif konularında ihtisas yapmaya gönderilen Süheyl, bu eğitimi sırasında kendisini Türk tıp târihine yönlendirecek motivasyonları kazanmış, bir taraftan da Bibliothèque Nationale’de kültür târihimize, Türk ve İslâm tabâbetine ilişkin Arapça, Farsça ve Türkçe yazmalar üzerinde çalışarak, çeşitli minyatür ve tezhip kitaplarının özgün örneklerini istinsâh edip malzeme toplamış, buradaki mesâisi içinde Dr. Rıza Nur’la da tanışmış ve onun hâtırâtında, “Terbiyeli, ahlâklı, nâmuslu, çalışkan, hem de mükemmel bir Türk. Dekoratif artisti ve müzehhib. Ekseri onunla görüşürdüm. Tulleria bahçesinde gezerdik” gibi müsbet ifâdelerle yer almıştır.
30 Eylül 1929’da memlekete dönen Ahmed Süheyl, İstanbul Sanâyî mektebi tabipliğine yeniden tâyin olmuş, bu arada yine Âkil Muhtar’ın girişimiyle Dr. Luger’in dâhiliye kliniğinde pratik çalışmalarda bulunmak üzere üç aylığına Viyana’ya gitmiştir. Burada da tıp çalışmaları dışında Viyana kütüphâne ve müzelerindeki Türk eserlerini incelemiş, dönüşte Dârülfünûn Tıp Fakültesi’nde akademik hayâta adım atmıştır. 1933’teki üniversite reformu sırasında Tıp Târihi Enstitüsü’nü kuran Süheyl Ünver, 1936’da Uygur Hekimliği adlı kitabını neşretmiş; bu çalışmalarının farkında olan Atatürk’ün, Yusuf Akçura ve Reşid Gâlip vâsıtasıyla ilettiği talep üzerine Selçuklu Tıp Târihi ile Türkler’de Süsleme Sanatı konularında çalışmaya başlayarak, 1933 Mayıs’ında Türk Tarihinin Anahatları Müsveddeleri içinde müzâkere edilen Selçuk Tabâbeti adlı çalışmasını, bu çalışmalarının ürünü olarak, profesör olduktan bir yıl sonra, 1940 yılında kitaplaştırmıştır. Ayrıca İbn Sinâ, Birûnî, ve Fârâbî’nin, A. G. Sayar’ın ifâdesiyle, “Türklüklerini örten esrar perdesi”, onun çalışmaları ile sıyrılmaya başlamış; Türk târihinin bütünlüğü inancı içerisinde eczâcılık ve ilimler târihi konularında da eserler vermiştir. Fâtih devri ilim hayâtına dâir 1940’larda neşredilen ve daha sonra da çeşitli sergi ve yayınlarla sürerek “Fâtih asrının nurlandırıcısı” olarak anılmasına vesîle olan kitapları dışında, 1948 senesinde, bu devrin en önemli sîmâlarından olan Ali Kuşçu üzerine, Türk Pozitif İlimler Tarihinden Bir Bahis Ali Kuşçi: Hayatı ve Eserleri adlı kitabı yayınlanmış; kendi uğraş ve ilim sâhası içerisinde yer alan, tıp ve sanatı onun gibi birleştirmiş bir Osmanlı olan 18. asır hattat ve hekimbaşı Mehmed Refi hakkında, 1950 senesinde, Hekimbaşı ve Hattat Kâtipzâde Mehmed Refi Hayatı ve Eserleri adlı kitabı neşredilmiştir.
1954’te ordinaryüs unvânını alan Süheyl Ünver’in çalışma ve eserlerinin mahdut bir tanıtma yazısına sığdırılması mümkün değildir. 1936 – 1937 yıllarına kadar devâm eden tıp yayınları dışında, tıp târihine ve ilim târihine dâir temel yayınları olan Ünver’in kültür târihçiliği, yine Sayar’a göre, başlıbaşına ele alınması gereken bir yönüdür. Ayrıca o, bir sanat târihçisi olarak da temâyüz etmiş; başta târihî envanterini inşâ etmek üzere sürekli gezdiği İstanbul olmak üzere Anadolu ve Trakya’nın pek çok şehri hâricinde aralarında Leyden, Roma, Amsterdam, Londra, New York, Şiraz, Medine gibi Doğu ve Batı şehirlerinin kütüphânelerini, bugün kaybolmuş târihî eserlerini, târih ve tabiat güzelliklerini ve türlü özelliklerini içeren, kendi çizimleri ve notlarıyla dolu el yazması defterler oluşturmuştur. Bunlardan sâdece Süleymaniye Kütüphânesi’ne vakfedilenlerin sayısı 1100 küsurdur. Ayrıca içerisinde hat sanatına, tezhip, cilt, minyatür, ebrû gibi kitap sanatlarına, ressamlara, âlim ve sanatkârlara, müsbet ilimlere, tıp ve tıp folkloruna âit yine aynı kütüphaneye vakfedilen 450 küsur dosya ile elinden çıkan ve sayısı net olarak bilinemeyen minyatür, ebrû, resim ve tezhipler dışında yayınlanmış eserlerinin sayısı da kitap, tebliğ, makâle, gazete yazısı ve ansiklopedi maddelerinden müteşekkil 2000 maddeyi aşan bir liste hâlinde hacimli bir bibliyografya meydana getirmektedir.
Türk süsleme sanatlarının Osmanlı’dan intikâl eden geleneğini koruma gayreti içerisinde hem kendisi eser üreten hem de 1940’larda Güzel Sanatlar Akademisi bünyesinde başlatıp Topkapı Sarayı Nakkaşhânesi ile İstanbul Üniversitesi bünyesinde sürdürdüğü süsleme kurslarıyla pek çok öğrenci yetiştiren Süheyl Ünver, tıbbî folklor araştırmalarına yaptığı katkılarla bu alanın kurucusu olmuş, müessisi olduğu Tıp Târihi Enstitüsü’ne 1951 yılında 2000 kitabıyla, bu alanda oluşturduğu ve sayısı 100.000’e ulaşan arşivini bağışlayarak büyük bir kaynak meydana getirmiştir.
Âilesiyle birlikte, 1958 – 1959 yılları içerisinde dört buçuk ay geçireceği Amerika’ya giden Süheyl Ünver, Princeton, Philadelphia, New York ve New Jersey kütüphânelerinin nâdir eserlere tahsis edilen bölümlerinde, tıpkı otuz yıl önce Paris ve Viyana’da yaptığı gibi, Şark yazmalarını incelemiş ve önemli bulduklarını istinsâh etmiştir. Ayrıca müzelerde yer alan Türk halı, resim ve yazı sanatlarıyla ilgili tetkiklerde bulunan ve bu meşgûliyetleri içerisinde New York, Philadelphia, Indianapolis, Chicago ve San Francisco’da açtığı sergilerle Amerikalılar’da Türk sanatlarına ilgi doğmasına vesîle olan Ünver’den, 7 Nisan 1959 târihli Evening Bulletin gazetesinde, “Türkler’in Leonardo da Vinci’si” olarak bahsedilmiştir. “Kendi eserlerimi teşhir yoluna gitmedim. Fakat Avrupa’da ve Amerika’da her fırsattan yararlanarak sergiler açtım. Çünkü benim buradaki ismim Süheyl Ünver. Ama benim Garp’teki ismimi size söyleyeyim: Türk” diyen Ünver’in, böylece, yurtdışında açtığı sergilerle maksât hâsıl olmuştur. Süheyl Ünver, şuurlu bir Türk milliyetçisidir. Onun nazarında, “Her milletten çok yüksek ve şerefli bir mâziye mâlik olan”, “Târihte örnek ve en faziletli bir millet olarak tanınan Türk”, mensup olmakla bahtiyarlık duyduğu millettir. Ayrıca “dîn-i mübîn”e en fazla hizmet eden ve “ona bediî şekiller veren” milletimizin Anadolu’ya yerleşmesine bir bütün olarak değer veren Ünver’in gözünde İstanbul da, aynı millî şuur içerisinde, “Türk târihinin ve coğrafyasının terkibi, hülâsâsı ve tecellîsi” olarak serefrâr etmiştir.
1967’ye kadar Tıp Târihi ve Deontoloji Kürsüsü’nün başkanlığını yürüten, aynı yıl Tıp Fakültesi’nin ikiye bölünmesi üzerine geçtiği Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde de bu kürsüyü ve yeni Tıp Tarihi Enstitüsü’nü kurarak bir yandan Türk süsleme kültürü seminerlerini yürüten Ünver, 1973 yılında emekli olmuş; fakat çalışmalarının hızı asla kesilmemiştir. Bu yıllarda da Enstitü’ye gelmeyi sürdürmüş ve ölümüne kadar tezhip dersleri vermiştir. Bu zaman zarfında târihle ilgili 400 civârında dosyasını ve çok sayıda suluboya resimlerini Türk Tarih Kurumu’na bağışlamış, 8 Mayıs 1982’de Türk Millî Kültür Vakfı tarafından tertip edilen Türk Millî Kültürüne Hizmet Şeref Armağanları töreninde kendisine Vakfın ödülü tevcih edilmiştir. 1985 yılında Kültür Bakanlığı Büyük Ödülü’yle taltif edilen Ünver, Uğur Derman’ın hayıflanarak düşürdüğü târihte dediği gibi “ufkumuzdan bir Süheyl yıldızı gibi gaaib ol”muş, öğrencisi Hüsrev Hatemi’nin ifâdesiyle, ölümüyle ölüm bile müzehheb olmuştur.