Sünnet, sözlükte “yol ve âdet” demektir.
Terim olarak Sünnet, “Peygamberimizin Kur’an’dan başka söz ve davranışları”dır.
Bu tanımlamadan sünnetin üç kısım olduğu anlaşılmaktadır:
- a) Kavlî Sünnet: “Peygamberimizin sözleri” demektir.
- b) Fiilî Sünnet: “Peygamberimizin davranışları” demektir.
- c) Takrirî Sünnet: Peygamberimizin, bir Müslümanın yapmış olduğu bir iş veya söylemiş olduğu bir sözden haberdar olduğu hâlde buna karşı çıkmaması ve onu sükûtla karşılamasıdır. Peygamberimizin görevi, İslamiyet’i öğretmek ve ona aykırı olan
söz ve davranışların yanlış olduğunu göstermektir. Bu itibarla Hz. Peygamberin, bir Müslümanın söylediği sözden veya yaptığı işten haberdar olduğ u hâlde buna karşı çıkmayıp susması, bu söz veya davranışı uygun gördüğünü gösterir.
Kur’anı Kerim, Peygamberimize uyulmasını emreder, Peygambere
itaatin Allah’a itaat olduğunu bildirir. Bu konuda pek çok ayeti kerime vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:
“Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin ve (kötülüklerden) sakının.
Eğer itaatten yüz çevirirseniz, bilin ki Peygamberimizin görevi, apaçık duyurmak ve bildirmektir.”
“Peygamber size ne verdi ise onu alın ve size neyi yasakladı ise ondan sakının.”
“Hayır, Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem yapıp sonra da verdiğin hükme karşı içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.”
Görüldüğü üzere bir kısmını sunduğumuz ayeti kerimelerde Peygambere mutlak itaat emredilmektedir. Bunun anlamı açıktır. Peygamber, Peygamber olarak herhangi bir konuda ne emrediyorsa, o emre uyulması ve o emrin Allah’ın emri kabul edilerek yerine getirilmesi gerekmektedir.
“Bana itaat eden, Allah’a itaat etmiştir. Bana isyan eden de Allah’a isyan etmiştir.”12 buyurmuştur.
Sünnet’in, İslam hukukunun ikinci kaynağı olduğunda, müctehid imamlar arasında fikir birliği vardır.
Hulefai Raşidinden zamanımıza kadar müctehid âlimler, Kur’an gibi Sünnet’ten de dinî hükümler çıkarmışlar ve sünnete uymanın, sünnet ile amel etmenin gereğini vurgulamışlardır. Hatta önceden, sünnetin ifade ettiği hükme aykırı görüşü olan, sünneti öğrendikten sonra bu görüşünden vazgeçerek, sünneti benimsemiştir.
Sünneti dikkate almadan Kur’anı Kerim’i bütünüyle anlamak mümkün değildir. Çünkü dinin bütün hükümleri Kur’anı Kerim’den öğrenilmediği gibi, pek çok hükmün ayrıntılarını ve nasıl uygulanacağını da Kur’an anlatmaz.
Mesela, namazın farz olduğunu Kur’anı Kerim bildirir fakat namazın nasıl kılınacağı ve kaç rekât olduğu Kur’an’da yoktur. Bu detaylar sünnetten, Peygamberimizin uygulamasından öğrenilir.
Farz olan haccın da nasıl yapılacağı ayetten öğrenilmez, bunu sünnet öğretir.
Ayrıca İslam âlimleri Sünneti, farz ve vacib olmayan dinî bir hüküm olarak da tarif etmişlerdir. “Şu iş sünnettir.” dendiği zaman, farz ve vacib dışında bir hüküm demektir. Öğle namazının sünneti gibi…
Fıkıh âlimleri, sünneti hükmü itibariyle de iki kısma ayırırlar:
- Süneni Hüda: Peygamberimizin ibadetle ilgili olan sünnetidir. Bu sünneti yapan sevab kazanır, yapmayan ise kınanır ve azarlanmayı hak eder. Ezan, ikamet, cemaatle namaz ve farz namazlardan önce ve sonra kılınan sünnetler, gibi.
Böyle bir sünneti küçük görmek ise o sünnetin sahibini hafife alma anlamı taşıyacağı için —Allah korusun— insanın küfre gitmesine sebep olur.
- Süneni Zevaid: Peygamberimizin beşeriyet icabı giyinmesi, oturması, yatıp kalkması ve uyuması gibi, âdetle ilgili olan davranışlarıdır.
Bu tür sünneti terk etmek mekruh olmadığı gibi yapmayan kimse de kınanmaz.