“Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Böylece onları sizin hizmetinize verdik ki, size doğru yolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. İyilik edenleri müjdele.” (Hac, 22/37)
Yüce Rabbimiz bu ayette kurban örneğinden hareketle bütün ibadetlerin özünde olması gereken ortak ilke ve amaca dikkatimizi çekmektedir. Kulun hiçbir ibadetine Allah’ın ihtiyacı yoktur. Fakat insanın Allah’a, O’na yakın olmaya, rıza ve sevgisini kazanmaya ihtiyacı vardır. İşte bu ihtiyacını giderme ve kulluğunu ortaya koyma adına yapıp ettiği her ne varsa hepsinde aslolan, “takva” şuuruyla ortaya konulma-sıdır. O halde takva nedir?
Takva, bir tehlikeden ve zarardan bir şey aracılığıyla korunmak, sakındırmak ve korkmak anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerim’de, Mekke’de inen ayetlerde müş-riklerin, Allah’ın ahiretteki azabından korkup, çekinmeleri bağlamında, Medine’de inen ayetlerde ise Allah’a duyulan derin saygı ve dindarlık anlamında kullanılmıştır. Anlıyoruz ki takva, kulun Yaratanıyla olan münasebetinde en önemli tutum ve dav-ranışların başında gelmektedir.
Kur’an-ı Kerim, insanlar arasında dil, din, ırk, cins, renk vb. ayırımın bir anlam taşımadığını, asıl üstünlüğün takva, yani sorumluluk bilincine sahip olmak olduğu-nu söyler. Nitekim ayette;
“Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanı-manız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanızdır…” (Hucurât, 49/13) buyurulmuştur.
Takva, Allah’a karşı derin bir saygıyı ve saygının gereği olarak, rıza ve sevgisini kaybetme endişesinden kaynaklanan bir korkuyu içermektedir. Ayrıca takva, kulluk bilincine sahip olarak yaşamaktır. Sınırları belli bir hayat sürme ve sınırlara riayet, hem de sınırı çizene itaat anlamı taşımaktadır.
İbadetler, onunla sıradan ve içi boş bir davranış kalıbı olmaktan çıkar, yüce ma-nalar taşır ve insanın o yüce değerlere erişmesini temin eder. Her ibadetin kendine ait bir formu, şekli ve kuralı vardır. Bu kurallar manzumesini uygulayan kulu, de-ğerli hâle getirir. Dolayısıyla takva, Allah’ın iradesine boyun eğme, yapmamızı iste-diği şeyleri yapmak ve yapmamamızı istediği şeylerden uzak durmaktır.
İncelemekte olduğumuz ayet bağlamında söylersek, kurban kesmek görünür-de kan dökmek, can almak, et paylaşmak gibi algılanabilirse de, hakikatte tam bir ibadettir. Zira kurban kesmenin altında yatan mana, Allah’ın emrine boyun eğerek rızasına erişme arzusudur. İşte bu işlemi anlamlı kılan ve yüce Rabbimize ulaştıran da bu takva boyutudur.
Kur’an-ı Kerim bizlere, takvaya erişmiş/muttaki olanların özelliklerinden bah-sederken bunların, varlıkta ve darlıkta Allah için harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenler, bir kötülük yaptıklarında ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp, günahlarından dolayı tövbe istiğfar edenler olduklarını hatırlat-makta (Âl-i İmran, 3/134-135), böyle davrananları cennetle müjdelemekte (Âl-i İmran, 3/136) ve Allah’ın onları sevdiğini bildirmektedir (Âl-i İmran, 3/76; Tevbe, 9/4, 7).
Sevgili Peygamberimiz de, kim olursa olsunlar ve nerede bulunursa bulunsunlar insanların kendisine en yakın olanlarının takva sahipleri olduklarını belirtmiştir (Ah-med b. Hanbel, Müsned, V, 235).
Mademki, yapılan işler değil onun arka planındaki takva, Rabbimize ulaşmakta ve takvaya erenler Allah ve Resûlü tarafından bu şekilde övgüye değer görülmekte-dir. Öyleyse takva boyutlu bir hayat sürebilmenin gayreti içinde olmalıyız.