Hakkı Süha Gezgin’in “Edebiyâtımızda Hâmid neyse, mûsıkîmizde de Cemil odur. Hâmid nasıl Fuzûlî’den, Nedîm’den, Şeyh Gâlib’den topladıklarını dehâsının terkip teknesinde yoğurup yepyeni bir sanat yaratmışsa, Cemil de, Dede’lerin, Itrî’lerin, muazzam mîrâsından bambaşka bir nâğme kâinâtı kurmuştur.” İfâdeleriyle tebcil ettiği Cemil Bey, İstanbul Molla Gürânî’de, eski İskodra vâli muavini Mehmed Tevfik Bey’in oğlu olarak dünyaya gelmiş, küçük yaşta babasını kaybederek amcasının himâyesine girmiştir. Mahalle mektebi ve rüştiyeden sonra Hamidiye Ticaret Mektebi ile Mekteb-i Mülkiye-i Şâhâne’de okuyan fakat ikisini de tamamlayamayan Cemil Bey, özel hocalar eliyle Fransızca öğrenmiş, ilk mûsıkî eğitimini ise ağabeyinden almıştır. On beş yaşından îtibâren tanburla ülfet eden ve ona nisbetle anılacak olan Cemil Bey’in, oğlu Mesut Cemil’in yazdığı biyografide kendisine hediye edilen bu âlete sâhip olması şöyle dramatize edilmiştir: “…Uzun geceler Cemil bu tanburla koyun koyuna yatmış, rüyalarına dalarken silkinerek uyanmış, göğsünden kopup boğazına ve gözlerine yükselen tükenmez bir hazzın dudaklarına kadar dökülen usaresiyle ıslanmış parmaklarını onun tellerinde gezdirmiş, onu sevmiş, onu öpmüş…” ve sâdece bu zor âleti çalmayı öğrenmekle kalmayıp birkaç yıl içerisinde kimseden ders almadan lavta, viyolonsel ve kemençede virtüöz olan Cemil Bey, bu kabiliyetleri edindiği sırada devlet memûriyetine girmiş, evvelâ Bâbıâli Tercüme Kalemi’nde tercüman, kısa bir süre sonra da Hâriciye Nezâreti’nde konsolosluk işleriyle uğraşan kaleme kâtip olmuş ve burada başkâtipliğe kadar yükselmiştir. II. Meşrûtiyet’le birlikte bu görevini bırakıp 1912’de, henüz açılan, Dârülbedâyî’de kısa süre hoca olarak bulunmuştur.
Tanbur ve kendi îcâdı olan yaylı tanburla anılmakla berâber, kemençe, lavta, viyolonsel, rebab, divan sazı gibi pek çok müzik âletinde de ustalık sâhibi olan Cemil Bey’in, ilk defa işittiği bir eseri hemen ezberlemek kaabiliyetine sâhip hassas bir kulağı ve aldığı herhangi bir sazı kısa sürede çalabilmek becerisine mâlik elleri olduğunu kaynaklardan öğreniyoruz. Ayrıca çeşitli sazları birbirlerine mahsus teknik ve âletle çalarak üslûp ve icrâ konusunda değişik neticeler elde edebilen, notalarını Hamparsum ile yazan Cemil Bey, Batı mûsıkîsiyle de ilgilenmiş, bestekârlık ve icrâcılık yanında müzik nazariyâtıyla ilgili kalem çalışmaları da ortaya koymuştur. Çeşitli makaleleri hâricinde, bu konuda yazdığı Rehber-i Mûsıkî’de sesin evsâfı, vezin, akord, çeşitli usuller, fâsılalar, fasıl kısımları, makamlar, şarkılar ve bunların tasnifi hakkında temel kavramları ele almış olan Cemil Bey’in, bestelediği kırk civârında eserden başka, Fransızca’dan yaptığı, neşredilmemiş iki roman çevirisinin de olduğunu biliyoruz. Bir diğer hasenâtı ise, Türk mûsıkîsine hizmet eden, aralarında Refik Fersan gibi isimlerin de bulunduğu, yetiştirdiği öğrencilerdir.
Göktürk Çakır