CERN’de aranan “Tanrı Parçacığı”nın bulun-masını takip eden süreçte fiziğin en ciddi so-runlarının çözüldüğü, fiziğin evrenle ilgili en temel soruların hepsini cevaplayabileceği şeklinde yan-lış bir kanıyı yaygınlaştıranlar oldu. Buna ilaveten Tanrı’ya ihtiyacımız kalmadığı, çünkü evrenle il-gili bilgimizde bir eksiklik kalmadığı şeklinde gö-rüşler ifade edildi. Daha önceki sayfalarda, evrenle ilgili artan bilgimizle Tanrı’ya ihtiyaç kalmayacağı görüşünün bir “korkuluk hatası” olduğunu söyle-yerek bu tip iddiaları cevapladığımızdan bir daha bu konuya girmeyeceğiz. Fakat bahsedilen yakla-şımda iki ayrı hata vardır ki burada onlara dik-kat çekmek istiyoruz. Bunlardan birincisi “Tanrı Parçacığı”nın bulunmasıyla fiziğin temel sorunları-nın çözüldüğü şeklindedir. İkincisi daha derin bir hata olan ve geçtiğimiz yüzyılda ciddi boyutta etkisi olan “bilimcilik”ten kaynaklanmaktadır; Bu görüş hayatla ilgili temel soruların hepsini ancak bilimin cevaplayabileceği şeklindedir.
“Tanrı Parçacığı”nın CERN’de gözlemlenmesiyle standart modelin tamamen doğrulandığı söylenebi-lir. Bu gerçekten de insanlık tarihinin çok önemli bir başarısıdır (bu parçacığı daha iyi anlama ça-bası ise devam etmektedir). Fakat her şeyden önce standart model yer çekiminin açıklamasını içerme-mekte ve modern fiziğin makrodaki en önemli te-orisi olan izafiyet teorisi ile mikrodaki en önemli teorisi olan kuantum teorisini birleştirememekte-dir.20 Bu sorun fiziğin olduğu kadar fizik felsefesi-nin ve bilim felsefesinin de en önemli sorunları ara-sındadır.21 Modern bilimin kozmoloji modeline göre evrendeki dört temel kuvvet, evrenin başlangıcında birbirlerinden ayırt edilemeyecek şekilde bitişikti. Önce yer çekimi kuvveti; güçlü nükleer kuvvet, za-yıf nükleer kuvvet ve elektro manyetik kuvvetten ayrılmıştır. Daha sonra kalan bu üç kuvvet birbir-lerinden ayrılmıştır. Bütün bu ayrılmalar ise “Tanrı Parçacığı”nın kütleleri vermesinden önceki çok te-mel süreçlerdir. Sonuçta bu parçacıkla ilgili bulgu-lar, bu parçacıktan önceki temel süreçler hakkın-daki önemli soruları cevaplayamamaktadır. Ayrıca kara madde ve kara enerjinin gerçekte ne olduğu gibi birçok önemli sorun da bu parçacığın bulunmasıyla çözülmüş olmamaktadır.22 Sonuçta bu parçacık bu-lunduktan sonra da fiziğin ve bununla ilgili olarak bilim felsefesi ve fizik felsefesinin birçok önemli so-runu hala cevaplanmayı beklemektedir. Fakat bir an için bahsedilen fizikteki soruların da cevaplandığını; izafiyet teorisiyle kuantum teorisini birleştirmenin mümkün olduğunu, standart modelin yer çekimini kapsayacak şekilde geliştirildiğini, kara madde ve kara enerjiyle ilgili tam açıklamalara sahip oldu-ğumuzu vb. düşünelim. Buradaki önemli soru şu-dur: Fiziğin bu en temel sorunları çözümlendiğinde evrenle ve hayatla ilgili temel sorunlarımız cevap-lanmış olacak mıdır? Naif bilimcinin olumlu cevap vereceği bu soruda bizim cevabımız olumsuzdur. Dikkat edilmesi gerekli önemli bir husus, bilimin doğa yasalarının neler olduğu, bu doğa yasalarının neye sebep olduğu hakkında bize bilgi verdiği fakat “Niçin bu doğa yasalarının var olduğu” konusunun bile bilimin sınırları dışında bir konu olduğudur. Bahsedilen tüm bu başarılar gerçekleştirilmiş olsa bile Leibniz’in ünlü sorusu olan “Neden hiçbir şey yerine bir şeyler var”,23 ayrıca buna ilave edebilece-ğimiz “Neden kaos yerine doğa yasaları var” veya “Neden doğa yasaları, evrende gözlenen tasarımları ve tüm çeşitliliği ile canlıların oluşumunu olanaklı kılacak şekildedir” tarzındaki sorular cevaplanmış olmaz.24 Bu tip soruları cevaplamaya kalktığımızda felsefe ve teoloji alanlarına geçmiş oluruz. Felsefe ve teoloji bu soruları cevaplarken, bilimin sunduğu verilerden faydalanabilir (doğal felsefe ve doğal te-olojide olduğu gibi), fakat bu durumda bile bu so-ruların cevabı felsefe ve teoloji gibi alanlara geçile-rek verilmektedir. Ayrıca genelde bilimin ve fiziğin metodunun ne olması gerektiği şeklindeki sorular bile felsefenin alanındadır. “Bilimin metodu deney ve gözlemdir” şeklindeki bir cümle bile deneyin ve gözlemin konusu olamamaktadır. Çok ünlü bazı fi-zikçiler bile fiziğin sınırları ve bu temel sorulara fel-sefenin alanına geçmeden cevap verilemeyeceğinden habersiz gibidirler.
Örneğin Stephen Hawking’in şu sözleri, eleştir-diğimiz zihniyetin bir örneğini ortaya koymaktadır:
“(Bahsettiklerimize benzer sorular için) Gele-neksel olarak bunlar felsefeye ait sorulardır ama felsefe ölüdür. Felsefe, bilimdeki özellikle fizikteki çağdaş gelişmelere ayak uyduramamıştır. Bilgi ara-yışımızdaki keşiflerin meşalesi artık bilim insanla-rının elindedir.” ne kadar yakından takip ettikleri ve fizikteki geliş-melere paralel ne kadar çok yayın yaptıklarından habersiz gibidir. Daha da ilginci, alıntı yaptığımız kitabının birçok yerinde “modele dayalı gerçekçi-lik” gibi bilim felsefesinin önemli konularına gir-mektedir ama felsefi iddialarla dolu kitabının baş-langıcında “felsefe ölüdür” tabiriyle giriş yapmıştır. Burada, bir kez daha fizikçilerin, fizikteki konularla ilgili olanlar dahil, her açıklamalarının bilimsel ol-madığını; birçok zaman felsefe ve teoloji alanlarına geçiş yaptıklarını ama bu açıklamalarını bilimsel bir açıklama gibi sunduklarıyla ilgili hususa dik-kat çekmek istiyoruz.
Fiziğin temelleri ele alındığında bile fiziğin-bi-limin sınırları aşılmaktadır. Ayrıca anlamla, ah-lakla, aksiyolojiyle ilgili tüm sorunlar da -ki bun-ların birçoğu evren ve yaşam açısından çok önemli sorunlarla ilişkilidir- özelde fiziğin ve genelde bili-min sınırlarının ötesinde felsefe ve teoloji gibi alan-larla ilgilidir: “Bu evrenin anlamı nedir”, “Hayatın anlamı nedir”, “İyi ve kötünün rasyonel temeli ne-dir” veya “Güzel kavramı izafi midir” gibi soruların cevabı bilimin sınırlarını aşmaktadır. Bu yüzden ne “Tanrı Parçacığı”nın bulunması ne de başka fiziksel bir başarı, bu sorulara ne cevap sağlayabilir ne de bu sorunları gündemden kaldırabilir. Bu sorunlar bilimin çözmeye çalıştığı sorunların sınırla-rının ötesindedir. Bilim felsefesinin yaklaşımlarıyla bilimin sınırları belirlenmek suretiyle, bilimciliğin düştüğü dikkat çekilen hatalardan sakınılmasının önemli bir husus olduğu kanaatindeyiz.