Arapça, yola girmek, yol almak demektir. Bir şeyhe bağlanan kişinin, belli bir metodla, Allah’a doğru, yani kemalâta doğru iç (manevî) planda yaptığı yolculuğa sülük denir. Süluk’un sonunda “Allah’ı sevmek” tefekkürü (murakabe-i mahabbet) verilir. Ondan sonra “fena” ve “beka” gibi haller ortaya çıkar. Bir kul, en mükemmel varlık olan Allah (c.c) olmıyacağı için, gerçek mânâda sülûkun sonu yoktur. Eşrefoğlu Rumî resmî sülûkunu bitirince, kayınpederi Hacı Bayram Veli (k)’ye “varmamız gereken manevî kemâlâtın sonu bu mudur?” deyince, şu karşılığı alır: “Bir velinin, bin yıl ömrü olsa, ve bu süre içinde sülûka devam etse, peygamberlerin topuğuna bile varması imkansızdır.” Peygamberimizin (s) Allah (c)’a en fazla yaklaşan beşer varlığı olarak, Miraç Gecesi’nde, kendisiyle Rabbisi arasında Kabe Kavseyn (iki kaşın arası) kadar bir mesafe bırakılmıştır. Eğer o mesafe de olmasaydı, Peygamberimiz Allah’la ontolojik manada birleşmiş olacaktı ki bu takdirde (hâşâ) Allah olması gerekirdi. Bu ise muhaldir, mümkün değildir. Zira “vema nüve illa beşer” (Mü’minûn/24) O, ancak bir beşerdir.